Sosyal medyanın gücü
Diktatörlere karşı ayaklanan halkın, “sosyal medya” üzerinden organize olduklarını ilk kez “Arap Baharı”nda duyduk. “Halk ayaklanmaları”nın “sosyal paylaşım siteleri” aracılığı ile örgütlendiği, halkın galeyana getirilmesiyle sürdürüldüğü iddia edildi. Buna göre, sosyal medyadaki mesajlarla ayağa kalkan halk, diktatörlerini devirmişti.
Aynı algının propagandası, “Taksim Gezi Parkı protestoları” vesilesiyle bir kez daha yapıldı. Göstericilerin, “sosyal paylaşım sitelerindeki mesajlar”la örgütlendiği ve eylemi bu örgütlülükle sürdürdüğü üzerine genel kanaat oluşturuldu. Dikkat edin, “Arap diktatörleri” algısının taze olduğu bir “zihinsel manipülasyon” zemininde Erdoğan’ın da “diktatörlük”le suçlanması ve sosyal medyanın örgütlediği kitlelerin, eylemlerinin mahiyetini “diktatör Erdoğan’ı devirme”ye çevirmesi, sizce de manidar değil mi?
Burada manidar olan ne? Ona biraz sonra geleceğim. Ancak önce oluşturulan ve kabul gören “ana algı”ya dikkat ediniz: “Sosyal medya öyle güçlüdür, insanlar ve kitleler üzerinde öyle etkindir ki, bir anda halkı örgütler, ayağa kaldırır, galeyana getirir, yürütür, meydanlara döker ve bunun karşısında diktatörler devrilir, rejimler değişir, sistemler yenilenir ve kurulu düzenler yıkılır.”
Acaba sosyal medya gerçekten bu kadar güçlü mü? Yoksa bu algı, bir yandan “kaos merkezleri”ni, “karıştıran eller”i, “perde arkasındaki organizatörler”i kamufle etmeye, bir yandan da “küresel sermaye”ye “yeni kazanç kapıları” açmaya, bazı “kurulu yapılar”ın “piyasa değeri”ni artırmaya mı yönelik?
Bu noktaya geçmeden önce, “sosyal medyanın gücü”nün algıda sunulduğu gibi olmadığını, “halk ayaklanmaları”nın sosyal medya önderliğinde yürütülmediğini vurgulamak isterim. Arap devrimlerinin, öyle iddia edildiği gibi sosyal paylaşım sitelerindeki çağrılarla başlayıp yönlendirildiğine ve bu suretle başarıya ulaştığına inanmıyor, hatta bunu komik ve saçma buluyorum. Elbette sosyal paylaşım sitelerinde bu hareketlerle ilgili olarak bir yönlendirme, destek, engellenme, organizasyon çalışmaları yapılmıştır. Ancak bunlar, süreç başladıktan sonra ya destek, ya da yönlendirme amacıyla yapılan iletişim çalışmalardan, yardımcı faaliyetlerden ibarettir. Devrim süreçleri, tamamen kendiliğinden gelişmiş ve zaman içinde öngörülemeyecek biçimde büyümüş halk hareketleridir. Sosyal medya ise, başlayan ve zaten yürüyen bir hareketin katılımcıları arasındaki iletişime yardımcı olmuş, bu arada kendi reklamını yapmıştır.
Birbirini tanımayan ve aralarında organize bir bağ bulunmayan şahısların ve sosyal kümelerin, bilinen ve temas edilebilen “önderlikten yoksun” olarak, belli bir “örgütlülük”e dayanmadan, onları çekip çeviren, yönetip yönlendiren gerçek “liderlik kadroları” bulunmadan, sırf sosyal paylaşım sitelerindeki mesajlar ve çağrılarla harekete geçip bir araya geldiklerine, “sosyal medya önderliği”nde organize olup birlikte aynı hedefe doğru ciddi çatışmalara da girerek yürüdüklerine inanmanın makul olmadığını, realiteyle bağdaşmadığını düşünüyorum.
Aynı şekilde, Gezi Parkı olayları sebebiyle mesajların havada uçuştuğu sosyal medyanın, organizasyonu sağlayan, önderliği yürüten, gidişatı yönlendiren organlar olarak sunulmasını gerçeklikle bağdaştıramıyor, bunu bazı “arkaplanlar”ın, bazı “gizli eller”in, bazı “derin zeminler”in ve bazı “küresel ağlar”ın kamuflajı olarak görüyorum.
Yani düşünebiliyor musunuz, sosyal medyada bazı mesajlar gören insanlar, hemen bunu doğru kabul edip kanaatlerinde ani değişiklikler yapacaklar, bazı çağrılar gördüler diye sokağa çıkıp çağrılan yere, gösterilen istikamete doğru harekete geçecekler!... Sizce bu, gerçeklikle bağdaşıyor mu? İnsanların, “gerçek organizasyonlar”a üye, “gerçek organizatörler”e tâbî olmadan, web mesajları ve çağrılarıyla organize olup eyleme geçmeleri sizce gerçekçi mi?
Peki, “fareli köyün kavalcısı” kim? Burada asıl aranması gereken bu değil mi?
Fareli köyün kavalcısının, “küresel kaos merkezleri” ve “küresel sermaye” çevreleri olduğundan kuşku yok. Bunların, “yerli uzantılar”ı vasıtasıyla bir kısım iyi niyetli saf insanları, kandırarak var olan “örgütlü yapılar”ının eylemlerine eklemledikleri ve manipüle ettikleri inkâr edilemez bir gerçek. “Perde arkasındaki organizatörler”in, bazı “iyi niyetli çıkışlar”la kamufle edilmeye çalışıldığını da biliyoruz.
Peki, “sosyal medya”nın gücüne vurgu yapılmasının ve bu algının pazarlanmasının sebebi ne ola? Sebep şu: “Küresel sermaye”ye “yeni kazanç kapıları” açmak, “kurulu yapılar”ın “piyasa değerleri”ni artırmak...
Dikkat edin, “halk hareketlerini başlatan, organize eden, yürüten, sonuca ulaştıran ağlar” olarak tanıtılan “Facebook” ve “Twitter” gibi sosyal medya organlarının küresel sermaye içindeki payları, nominal ve itibari değerleri bu algı sayesinde katlanarak arttı. Bu algıyla hem piyasa değeri yükseldi, hem de kazandıkları reklam gelirleri devasa boyutlara ulaştı.
Sosyal medyanın abartılan gücü, “özgür akıl” ve “özgün algı” ile kırılabilir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.