ABD ve AB Satrançta Nasıl Mat Oldu?
Bazen şu “Taksim Gezi Parkı Eylemleri iyi ki yapıldı” demek geliyor içimden. Zira bir kere daha silkinme, kendine gelme, dostu düşmanı tanıma fırsatı buldular. Bu dostlar ve düşmanlarda yerli malı ve yabancı olmak üzere iki grupta toplanabilir. Ama işin garibi yerliler bindikleri dalı kestiklerinin farkında bile değiller, karın tokluğuna ABD ve AB ülkelerine hizmet ederlerken, bir yandan da çam sandığında sırtını yere getiremedikleri Başbakan Erdoğan’ı böyle bir eylemle sarsıp, iktidara oturabilir miyiz hayalleri kuruyorlar. Bilmiyorlar ki o koltuğa kim oturursa otursun ABD ve AB ülkeleri onların önüne bir sömürü planı koyar ve buna uymaları istenir. Uyanlar uzun süre iktidarda kalır, işte kötü gidip halkta hoşnutsuzluk artarsa bu yarışta at değiştirmek sömürücülerimiz için hiç de zor değildir. Ayrıca kurulan bu düzene başkaldıranlarda birtakım masum gerekçeler eklenir ve uygun ortam oluşturularak askeri darbelerle iş başından uzaklaştırılır. İşte size birkaç örnek:
1- 1923 yılında halka sormadan kurulan bir Cumhuriyet. Ve darağaçlarının gölgesinde bir korku imparatorluğuna dönüşen tek parti iktidarı CHP 1950’ye kadar 27 yıl boyunca halka kan kusturdu. Demokrat Parti de “Beyaz Devrim” olarak adlandırılan bir seçimle iktidarı devralarak halka kısa sürede soluk aldırmış ve bunu yaparken de ister istemez maddi ve manevi bakımdan güçlü olan ABD ile dayanışma içine girmiştir. İlk birkaç yılın ardından Başbakan Adnan Menderes, onlardan aldığı borçlarla şeker ve çimento fabrikaları başta olmak üzere üretime dönük, işsizliğe çözüm bulucu işler yapmaya başlamıştır. İşte bu noktada kızılca kıyamet kopuverdi. ABD size her türlü krediyi vermeye hazırdı, yeter ki siz borçlanmayı kabul edin. Bir gün nasıl olsa bu paraları tahsil ederlerdi. Adnan Menderes’in aldığı borçları memleketi için en verimli alanlarda kullanması ABD tarafından çizilmesini de beraberinde getirdi. Devrin ABD Büyükelçisi olan Ercüment Yavuzalp, yayınlanan hatıralarında o günlerde kredi bulmak için ABD’ye giden Menderes’in orada nasıl horlandığını anlatır. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı “Artık buralarda dolaşma, sana 1 dolar bile borç vermeyiz” denilerek yüzgeri edilmişti. Zira ABD kendi sömürü çarkında eleman olacak siyasetçiler aramaktadır. Adnan Menderes de “Ben sizden borç alıyorum, halkım için en verimli şekilde kullanırım, siz vermiyorsanız ben de bu borcu Rusya’dan alırım” diyerek geri dönecek ve 16 Haziran 1960 tarihi için Rusya’dan randevu alacaktır. ABD hemen düğmeye bastı ve daha Menderes Rusya’ya gitmeden darbe ile devriliverdi. Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı, ABD’nin kurduğu sömürüye itiraz ediyordu ve cezalandırılmalıydı. Cezalandırıldı da. Darbecileri ilk tanıyan ABD oldu. Bu darbenin ABD patentli olduğunu 27 Mayıs’ın gözde darbeci albayı Alparslan Türkeş’in hatıralarından öğreniyoruz. Türkeş’in Hulusi Turgut tarafından kaleme alınan ve sadece 1. cildi yayınlanan ve devamı merakla beklenen hatıralarından darbeyi ilk tanıyan ülkenin ABD olduğunu memur maaşlarının ve ordudan ilişiği kesilecek 7000 subayın (Eminsular olayı) kıdem tazminatlarının hibe olarak yine bu ülke tarafından ödendiğini “Şahinlerin Dansı, Türkeş’in Hatıraları” kitabından öğreniyoruz. Böylece Türkiye’deki ABD’ye kafa tutan iktidar darağacında sallandırılarak bedel ödetilecektir. Tarihimizde bunun çokça örnekleri vardır. Süleyman Demirel başbakandır, ABD büyükelçisi ziyaretine gelir, daha doğrusu ABD Başkanı Nixon’ın bir talimatını tebliğe gelir:
- Sayın Demirel, başkan Nixon seçim kampanyası sırasında ABD halkına yurtdışından gelen uyuşturucunun önünü keseceği sözünü verdi. Bunların büyük kısmı Türkiye’den geliyor, o yüzden ülkenizde afyon ekimini yasaklıyacaksınız.
Demirel, bu tehdide karşı çıkar:
- Benim ülkemde adı Afyon olan bir il var. Böyle bir yasak bizi siyaseten bitirir.
Bu reddediş, Demirel iktidarına karşı ABD patentli bir darbe ile karşılanacaktır. 12 Mart 1971’de askerler muhtıra vererek bir ara rejim kurulmasını sağlarlar. O günlerde bir anayasa profesörü olan Nihat Erim, ABD Büyükelçisi tarafından yemeğe davet edilir. Bunu duyan deneyimli siyasetçi İsmet İnönü:
- Hazırlan, seni başbakan yapacaklar diyecektir.
CHP ve AP’nin dışarıdan desteklediği Nihat Erim hükümetinin ilk işi Türkiye’de haşhaş ekimini yasaklamak olur. Bir kere daha ABD istediğini almıştır. O yasak 1974 yılında CHP ve MSP’nin kurduğu (Ecevit-Erbakan) koalisyon hükümeti döneminde kaldırılacak ve ABD’nin istemediği Kıbrıs Barış Harekatı’nın da yapılması ile Türkiye’ye silah ambargosu uygulanacaktır. Bunun bir benzerini de dost ülke Pakistan’da görüyoruz. Pakistan’ın Ecevit’i olarak anılan Zülfikar Ali Butto, Ziya-ül Hak tarafından askeri bir darbe ile indirilip, tıpkı Menderes gibi yargılanmış ve mahkemede şunları söylemiştir:
- Bir gece ABD Büyükelçisi evime geldi. Pakistan’ın atom bombası yapma girişimini durdurmamı istedi. Kabul etmedim. O da dedi ki:
- Seni öyle bir cezalandırırız ki, anandan doğduğuna pişman olursun.
Ve tıpkı Menderes gibi asılarak cezalandırıldı. Onun yerine gelen Ziya-ül Hak yerini sağlamlaştırıp, aynı atom projesini devreye soktu. O da bir helikopter kazasında parçalanarak ABD tarafından cezalandırıldı. Yerine kim mi geldi? Seçimler yapıldı ve Zülfikar Ali Butto’nun kızı Benazir Butto başbakanlık koltuğuna oturdu. İlk demeci “Pakistan atom bombası projesini durdurmuştur” olan Benazir Butto, ABD’deki Yahudi lobisinin desteği ile iktidara taşınmıştı. Yahudi lobisi bu gerçeği yıllar sonra açıklayacak ve “Bir İslâm ülkesinde atom bombası yapımına izin vermeyeceğiz” diyecekti.
12 Eylül 1980 yine ABD patentli olup, onların “Yine bizim çocuklar Türkiye’de yönetime el koydular” sözünün hemen ertesinde Türkiye hiçbir karşılık almadan Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına girişine vize verecekti.
Hakeza 28 Şubat döneminde İsrail karşıtı bir siyaset izleyen Erbakan, ABD’ye giderek Yahudi lobileri önünde diz çöküp, sadakat yemini eden Çevik Bir ve avanesi tarafından adeta burnu sürtülerek, rencide edilerek indirilecek ve bunun adına da “Demokrasiye balans ayarı” denilecektir. Benzer girişimler Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a yapılmak istenmiş, partisi kapatılmanın eşiğinden dönmüş, 27 Nisan bildirisi ile de topun ağzına konulmuştur. Ama artık Türkiye eski Türkiye değildir ve iktidarda da geçmişten dersler çıkaran bir Kasımpaşalı vardır.
Bir başka örnek yine Erbakan’dan D-8’ler olayını mayalandırıp, İslâm ülkeleri arasında ekonomik bir işbirliğinin ilk temellerini atan Necmettin Erbakan’ın yanına ABD Büyükelçisi gelir:
- Hocam, bu pazarları 100 yılda kazandık, vazgeç bu D-8’lerden, bunu sana yedirmeyiz!
Bu açık tehdidin ardından RP milletvekili Fethullah Erbaş;
- Hocam, acaba erken mi davrandık, ABD elçisi açıkça tehdit ediyor deyince Milli Görüş lideri şu ibretlik cevabı verir:
- Yarın öldüğüm zaman Cenab-ı Hakk, “Ey kulum, ben sana iktidar nasibettim, neden bunu kullanmadın? derse ne cevap veririm.
Onun “One Minute” çıkışı ile İsrail Cumhurbaşkanına “sizler bebek katilisiniz, onları nasıl öldürdüğünüzü iyi biliriz” sözleri bir manifesto olarak hafızalarımıza kazınacaktır. Bir kaç gün sonra İsrail’in özür dilemesi, ardından Mavi Marmara özrü İsrail’in kerhen yaptığı ve bir türlü hazmedemediği özürlerdir. Bütün bu olayların faturası Recep Tayyip Erdoğan’ın önüne Taksim’de konulmuştur.
Konuluş ve sahneleniş biçimi ile mükemmeldir. Bu tiyatronun rejisörü, sahneye konuluşu, ışık, oyuncular müzik .... doğrusu hepsi mükemmel de salonu dolduran bir sıranın dışında tüm seyircilerden “Mücahit Erdoğan” sadaları yükseliyor. Öyle olunca da yerli işbirlikçilere külahlarını önlerine koyup düşünmeleri kalıyor:
“Biz nerde yanlış yaptık?”