“Huzur İslâm’da mı?”
Müslüman dünyada İslâmî siyasi yapıların çoğunluğunun kullandığı “Huzur İslâm’dadır” sloganının muhtevasına itiraz sadedinde bir soru var. İtiraz, bu inancın teorik yapısına değil. İtiraz, daha çok Müslümanların iddia ettiği şeyle vakalarının örtüşmemesine dair.
Huzur İslam’da ise eğer Müslümanlar neden huzursuz? Neden mutsuz? Ve neden endişeli? İddia doğruysa Müslüman vakası neden farklı? diye.
Bu itiraz modern insanın mutlu ve huzurlu hayatından yola çıkılarak yapılmıyor elbette. Çünkü modern insanın huzurlu olmadığı müsellem. Ama itiraz huzurun adresi olarak gösterilen İslâm’a teslim olmuş Müslümanların teorisi ve pratiği arasındaki tutarsızlığa işaret etmek için yapılıyor. Aslında öncelikle Müslümanların bu soruyu kendilerine sorması gerekir.
Ben bu çelişkili durumu özetle şöyle açıklayabilirim:
Evvelemirde İslâm’la kurulan ilişki biçimi arızalı. Mukaddes metinlerdeki İslâm’la onunla temasa geçen kişinin ondan aldığı, anladığı ve hayatına aktardığı şey aynı olmayabiliyor.
Meselâ İslâm eğer salt bu dünyaya yönelik siyasi bir ideoloji olarak tasavvur edilmiş ve öyle sunulmuşsa, İslâm’ın insana vaadettiği huzuru yakalamak kolay değildir.
İslâm dünya hayatını tanzim eder ama beşerî ideolojilerden farklı olarak insanın manevî ihtiyaçlarını da karşılar. Bu bütünlük bozulduğunda İslâm’ın vaadettiği huzuru yakalamak da kolay değildir. İdeolojileştirilmiş İslâm’ın içinde gizli bir sekülerizm de mevcuttur.
Eğer İslâm salt ruhanî bir lezzet olarak idrak edilmişse yine huzuru yakalamak kolay değildir, zira insanın maddi varlığını ve ihtiyaçlarını inkâr insanı mutlu ve huzurlu kılmaz.
Eğer İslâm salt entelektüel bir faaliyet olarak muhatabının dimağında ve hayatında yer etmişse, insanın psiko entelektüel faaliyetlerinin tatmin olması ruhunun da tatmin olması manasına gelmeyeceğinden İslâm’ın sunduğu huzuru yakalamak yine mümkün olmayacaktır.
Eğer İslâm bir davetçinin şahsi yaşantısında başkalarını bu dine davet olarak tecelli ediyor ve kişi kendi şahsi hayatında mü’min hayat kalitesini inşa etmeyi erteliyor ve fakat başkalarının hidayetinde huzuru arıyorsa, o insanın da huzuru yakalaması mümkün gözükmemektedir.
Başka bazı sebepler de sıralayabiliriz. Ama bütün bunların temelinde yatan ana sebep ise, kanaatime göre; Müslümanın İslâm’la sahih kaynaklar üzerinden bir diyalog kuramaması, bu dinin bazı parçalarından yola çıkarak onun hakikatine ulaşmayı arzulamasıdır.
Oysa Hz. Peygamber (sas) İslâm’ı parçacı değil mütekâmil şekliyle öğretmiş ve böyle yaşamayı göstermiştir. Modern dönem Müslümanı ise yaşadığı çağın ruhuna paralel parçalamayı tercih etmektedir.
Modern dönem Müslümanının dini sahih yaşamak için ehil ulemaya müracaat etmemesi de bu yanlışı daim kılmaktadır. İslâm eksik anlaşıldığında bunun mü’min hayatında tecellisi de eksik olmaktadır.
Bu zeminde fıkıhsız İslâm, teolojisiz İslâm, Hz. Peygamber’den izole edilmiş İslâm, bir “izm”e eklemlenmiş İslâm, dünyayı inkâr eden mistik İslâm gibi İslâm’ın hakikatini parçalayan marazi meşrepler peydâ olmaktadır.
Değişip dönüşen günlük hayatla sâbiteler arasında sahih bir ilişki kurulamaması da Müslümanı ne huzurlu kılıyor ne de huzurun kaynağı.
‘İslâm’a gelin, huzur bulun’ demek, kimilerinin yaptığı gibi insanları sıfır problemli bir hayata davet etmek de değildir. İslâm insanları yeryüzü hayatında sahte cennetlere davet etmez.
“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile imtihan ederiz. (Ey Peygamber!) Sabredenleri müjdele!” (Bakara: 2/155)
Bu âyeti celilenin ortaya koyduğu gibi hayat imtihandır, beladır, sınanmaktır. İslâm bu imtihanlarla barışık yaşamayı bize öğretir. Allah (c.c) rızası için dini bütün almak ve bu belalarla barışık yaşayabilmek insanı ancak huzurlu kılar.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.