Srebrenitsa: Kanlı Gümüş…
Her şeyden önce bilinmesini isterim ki, bu yazı masa başında değil, Srebrenitsa’da kaleme alınmıştır.
Adını gümüş anlamına gelen “srebren” kelimesinden alan Srebrenitsa, maden rezervleri, şifalı suları ve tüccarlarıyla meşhur kasabaydı.
Ragusalı tüccarların, Alman madencilerin ve Fransisken keşişlerin yoğun ilgi gösterdiği Srebrenitsa, Ortaçağın sonlarında, Batı Balkanların en müreffeh kentlerinden biriydi.
Osmanlı topraklarına dâhil olduğu 15. Yüzyıldan, eski Yugoslavya’nın dağıldığı döneme kadar Balkanların uğrak noktalarından biri olma özelliğini muhafaza etti. Ancak, 1992-95 yılları arasındaki Sırp saldırganlığı neticesinde, insan dışkısı kokan büyük bir mülteci kampına dönüştü.
Lord Owen, uluslararası bir grubun, 1993’deki durumu anlatan raporunu şu şekilde aktarıyor: “Hiç yiyecek yok ve halk birbirinden dileniyor. Her gün 20-30 kişi ölüyordu ve 100-200 civarında ağır hastanın yanı sıra, 300 civarında o kadar ağır olmasa da bakım gerektiren hasta vardı. 60 civarında da verem hastası vardı.” [Balkan Yolculuğu, Sayfa 131]
Dört yıl boyunca devam eden kanlı şarlatanlığın sonlanmak üzere olduğunu anlayan Çetnikler, finali de kendilerine yakışır bir şekilde yaptılar. 11-17 Temmuz 1995 tarihleri arasında, yaşları 12 ile 77 arasında değişen, 12 bin civarında silahsız sivil Boşnak erkeği katlettiler. Bunların 8 bini Srebrenitsalı, 4 bini ise Bratunats, Zvornik, Vlasenitsa, Miliçi, Rogatitsa ve Vişagrad belediyelerindendi.
Dnevni Avaz muhabiri Almasa Haciç, Ramiza Ayşiç’in, oğulları Muyo ve Halil ile birlikte sığındıkları Potoçari taburunda yaşadıklarını şu şekilde aktarıyor:
“Çocuklu bir kadın, içinde iki günden beri bulunduğumuz BM üssünün yaklaşık beş yüz metre uzağındaki çeşmeden bir şişe su getirmesi için oğlum Muyo’ya rica etti. Çeşme, “beyaz ev” diye çağırılan bir zamanlar otobüs şoförlüğü yapan Mehan isimli şahsın mülkiyetinde olan bir evin avlusundaydı. Oğlum su almaya gitti. Yaklaşık bir saat bekledim ve oğlum dönmeyince onu aramaya gittim.
Su almak üzere beyaz eve giden, adeta çılgına dönmüş bir kadın, Sırp askerlerinin oğlumu bıçakla keserken gördüğünü söyledi. Buna inanmak istemedim, koştum ve o evin önüne geldiğimde, avluda kanlar içinde yatan oğlumu gördüm. Kafasından tutum, bedeninden ayrılıp elimde kaldı. Koşuyor ve elimde halen sıcak olan kafasını tutuyordum. Kafanın altındaki damarlar kımıldıyor, gözleri ise açık, sanki bana bakıyordu. O sırada evden elinde kanlı bıçak bulunan bir adam çıktı. Adamın üzerindeki deri kasap önlüğü ise tamamen kanlar içerisindeydi. Ona oğlumu neden kestiklerini sordum. O ise elimdeki başı hemen atmamı, aksi takdirde beni de keseceğini söyledi. Allah’ın adına yemin ediyorum ki, içeride bir yığın kesilmiş insan kafası daha gördüm.” [Uluslararası Suçlar: Bosna-Hersek Örneği, Sayfa 31-32]
Srebrenitsa, 14’ncü Yüzyılda, gümüş madenleri ve şifalı suları için kazılıyordu. Bugün ise parçalanmış ve ayrı ayrı yerlere atılmış bedenleri bir mezara kavuşturabilmek umuduyla kazılıyor.
Boşnak Müslümanlar, yıllardır, bir yandan kazıyor, bir yandan da şu soruyu soruyorlar: Saraybosna, Bihac, Gorazde, Zepa, Tuzla ve Srebrenitsa, BM Güvenlik Konseyi kararlarıyla, “Güvenli Bölge” ilan etmesine rağmen, tüm bunlar nasıl ve niçin yaşandı?
Richard Holbrooke, bu mühim soruyu şu şekilde yanıtlıyor: “Srebrenitsa, Zepa ve Gorazde. Buralar esasen savaşın başından beri Sırplar tarafından kuşatılmıştı. Güvenlik Konseyi tarafından 1993 kararlarıyla “BM Güvenli Bölgesi” olarak seçilmiş bu yerlerin güvenlikle ilgisi yoktu. Mladiç, her üç kenti haritadan silip, Doğu Bosna’yı baştan başa Sırp toprağı yapmaya karar verdi.” [Bir Savaşı Bitirmek, Sayfa 95]
Çetnikler, sadece Srebrenitsa değil, Priyedor, Sanski Most, Klyuc, Kotor Varos, Bosanska Krupa, Bosanski Samac, Brçko, Biyelyina, Zvornik, Bratunats, Vlasenitsa, Vişegrad, Foça, Rogatitsa ve Nevesinye’de de aynı soykırım ve tecavüzleri gerçekleştirdiler.
Neticesinde: İki milyondan fazla insan mülteci konumuna düştü, 200 binden fazla insan hayatını kaybetti, 20 binden fazla kadına tecavüz edildi, 27 bin 734 kişi kayboldu ve bugüne kadar 21 binden fazla kişiye ait kalıntılar çıkarıldı.
BM İnsan Hakları Raportörü Tadeusz Mazowiecki, insanlık dışı bu tabloyu tek bir cümle ile özetliyor: “Sivil halka yönelik saldırılarla, cinayetlerle ve tecavüzlerle, ancak barbarca olarak tanımlanabilecek kadar muazzam çapta olan çok ciddi bir insan hakları ihlalidir.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.