Sorunu sıfırlamak! Sıfırı sorunlamak!
Şu anda mesele, nereden nereye geldiğimiz...
“Türkiye sorunu”, Ortadoğu sorunudur; giderek dünya sorunudur...
Temmuz ayındayız... Şunun şurasında 24 Temmuz’a kaç gün kaldı? Parmakları harekete geçirmeye gerek yok. Geldi bile, haftasındayız!
İki çook meşhur 24 Temmuz var yakın tarihimizde...
Birincisi, Meşrutiyet’in ikinci defa ilânı, namı diğer ilan-ı hürriyet! Sultan Abdülhamid, içeride ve dışarıda şişirilen muhalefet karşısında, kardeş kavgasını önlemek için bir adım attı. Zaten iptal etmediği Kanun-ı Esasi’nin, Anayasa’nın yürürlükte olduğunu bildirdi.
Nasıl bir başlangıç?
Safiyane umutların rengarenk panayırı! Bütün meseleler halledilmişti! Müstebit Padişah’ın işi bitmişti. Artık ülke büyük bir sür’atle toparlanacak, bütün Osmanlılar kardeş olacaktı...
Hâlâ kutlanıyor mu bilmiyorum, 24 Temmuz “basın bayramı”dır aynı zamanda. 24 Temmuzda, basın üzerinden sansür kaldırılmıştır, nasıl oluyorsa! Eski kuşak gazeteciler övüne övüne bitiremezlerdi. İtihatçılara ve Atatürk’e şükran, Abdülhamid’e küfran!
Basından sansür kalktı! Bunu başarmakla övünen İttihatçılar, bir süre sonra basın mensuplarını güpegündüz Köprü’de öldürttüler! (Gezi tıfılları sanırlar ki Boğaz köprülerinden birinde, o zaman sadece Galata köprüsü vardı) Mesele basın özgürlüğünü aştı, hayat hakkına dayandı. Cumhuriyet’ten sonra ne oldu? Gazetelerin kapanmasına yol açan gelişmeler yaşandı. Gazeteciler İstiklâl Mahkemelerine çıkarıldı. Gözleri korkutuldu. Cezalara çarptırıldı, sürgüne gönderildi. Gazetecilik yapmaları engellendi. Basın küçüle küçüle harf inkılabına kadar geldi. Harf inkılabı ile sıfırlandı, okuyucu kalmadı. Devlet bütçesinden yemlenen şefin gazeteleri hariç, gazeteler kapandı.
Bütün bunlar olurken, Abdülhamid kötü, İttihatçılık en iyi idi!
Birinci 24 Temmuz aldatmacasını bir kenara bırakalım. Çünkü 24 Temmuzla başlayan süreç, koca devletin sonun getirilmesine yol açtı. İttihatçı cahiller, yüksek ferasetsizlikleri ile öyle boylarından büyük işlere karıştılar ki, devlet elden gitti!
İşte ikinci 24 Temmuz, bu elden giden devletin nasıl gittiğinin kayda geçirildiğinin tarihidir.
Elbette Lozan’dan bahsediyoruz!
Ey akıldaneler! Lozan bir barış değildi, barışa son veren sahte barıştı! O tarihten bu yana bütün bölge Lozan kopseptinde savaş ve çatışma halinde. Bizimkiler Lozan zaferiyle öğünürken, ipin ucunu tutan İngiltere Yakın Şark İşleri Konferansı’ndaki başarısıyla müftehirdi.
Konferans “Yakın Şark İşleri Konferansı” idi. İngilizler şark meselesini, yani Osmanlı devletinin yıkılmasını, Türklere ihale etmişti. Taşoron İsmet muzaffer kumandan edasıyla ülkeye döndü. Türkiye Batı için yeni büyük güç ve düşman Sovyetler karşısında bir tampon bölgeden ibaretti. Her şeyi ona göre kurgulanmıştı. Türkiye sadece devletinden koparılmadı, bütün hayat bağlantıları içten ve dıştan kesildi. Büyük gövdenin bir uzvu tek başına ne kadar varolabilir?
Türkiye tek başına ne olursa olsun, bir bütünlük içinde büyük olabilirdi. Batı bütünlüğüne ne alınan ne de açıkca dışına atılan Türkiye yıllarboyu siyasetini güya batının içinde imiş gibi yürüttü.
Baştan sona sorunlu bir siyasetti bu... Bütün komşularımızla düşmandık. Birleşmiş Milletler’de bütün Osmanlı coğrafyası ile ilgili konularda emperyalist devletlerle kol kola idik. Onlar sömürüyor, biz de “hınk” diyorduk!
Sıfır sorun siyaseti işte bu çözümsüzlüğe bir cevaptı. Kısa sürede büyük başarılar elde edildi. Kendini anlatmak, karşıdakini anlamaktan geçer. Türkiye bunu yaptı. Dünyadan tecrid edilmiş olan Suriye’yi hayata döndürdü. İran’dan devrim ihracı bekleyen siyaset yerine, kendine güvenen Türkiye’nin siyaseti öne çıktı. Balkanlar, Kafkaslar, Mağrip, Afrika... Türkiye ilk defa dünya ile sahici olarak ilgilenmeye başladı.
Bu sahici ilgi, yüzyıllık hasarın karşılıklı onarılması idi. Bakıldı ki, yüz yıllık hasarlar onarılıyor, sistem harekete geçti. Vitrindeki diktatörler yıkıldı, bunun için hazır olan halk devreye sokuldu. Böylece bir ferahlık sağlandı. Fakat, bunun gerçekten bu halkların kendini idare etmesi anlamına gelmediği yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Büyük güç, “seni kimin yöneteceğine ben karar veririm” diyor. İçeriden unsurlar kullanarak bunu yapıyor. Bütün yeni düzen, İsrail’in varlığının sürdürülmesi üzerine kuruluyor...
Suriye’de bunun için iç savaş var, Mısır’da bu yüzden darbe yapıldı...
Görünen köy bu. Siyaset mümkün olanın sanatıdır. Mümkün olana yönelmek, dün olduğu gibi bugünün de işi. Biz sorunu sıfırlamak istedik, onlar da sıfırı sorunladılar!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.