Paket: Mor yıllardan pembe düşlere...
Lütfen bu yazıyı okumadan önce, dünkü yazıyı yeniden okuyunuz. Çünkü bu yazı, dün çizdiğim çerçevede hakiki anlamını bulacaktır.
Steven Spielberg’in “Mor Yıllar” adlı filmini izlediniz mi? Filmde, yıllar boyunca “babası” bildiği kişinin tecavüzüne ve zulmüne maruz kalan bir zenci kız evlendirilir; ancak bu zahiren “evlilik” de olsa, aslında “köle” olarak satılmıştır. Efendisinden sürekli şiddet gören zenci kadın, yıllar sonra, üvey babasından kalan mirasa konar; “zalim koca”ya resti çekip gider ve “mor yıllar”, yerini rahat ve mutlu bir hayata bırakır.
Bu bir kurgu; ama Türkiye toplumu, “mor yıllar”ın gerçeğini yaşadı. Bu toplum öyle baskılara, zulümlere uğradı, öyle acılar çekti ki, tarihin şahitliğini okurken, insan “masal mı, gerçek mi?” diye şüpheye düşebiliyor. Yıllardır “müslüman toplum”u köle gibi kullanan, neyi var neyi yoksa alıp, bütün değerlerini yeniden biçimlendirmeye kalkışan “Devlet Baba”nın tecavüzüne uğradık, millet olarak. Hakkımıza-hukukumuza tecavüz edildi, kültürümüze-geleneğimize tecavüz edildi, dinimize-imanımıza tecavüz edildi, namusumuza-ahlâkımıza tecavüz edildi... Sosyal, siyasal, hukuki, idari ve benzeri bütün alanlarda; fert, aile, sosyal küme, toplum ve devlet ölçeğinde yaşanan baskı ve zulümleri burada tek tek sayacak yerimiz yok.
Yani “mor yıllar”ın âlâsını yaşadık “Türkiye toplumu” olarak ve hep bekledik; “mutlu bir hayat”ın geleceği günleri. Ama “mor yıllar”ın “mutlu hayat”a dönüşmesi hep ertelendi, hep ötelendi bunun sözünü veren iktidarlar tarafından. Çünkü elleri kolları bağlıydı, sistem öyle kalıplarla dizayn edilmişti ki, en küçük ve en insani hak ve özgürlükler bile engelleniyordu.
İşte böyle bir manzara ve bunun üzerine bina edilen beklentiler o kadar büyüktü ki, Başbakan’ın dün açıkladığı “Demokratikleşme Paketi” bu kadar beklentiyi karşılamada yetersiz kaldı.
Bu “paket”in daha başta, yanlış bir “ana değer” üzerine bina edildiği görülüyordu. Zira Başbakan, bu zamana kadar yaşanan hak ihlallerinin, özgürlük kısıntılarının vb. aksaklıkların sebebi olan “rejim/sistem”i bina eden M.Kemal’i, “Türkiye’nin demokratikleşmesi ve özgürleşmesi için mücadele vermiş” olarak sundu. Yine, “Cumhuriyetimizin banisi Atatürk’ün devrim niteliğindeki adımları Türkiye’yi her yönden ileri standartlara ulaştırmayı, muasır medeniyetler seviyesinin üzerine çıkarmayı hedeflemiştir” cümlesi de referans cümlelerdendi. Pakette her ne varsa, bunun “Laik-Kemalist rejim/sistem”e uygun olarak hazırlandığına dair ana çerçeve çizildi önce. Yani ortada bir “rejim/sistem değişikliği” falan yok, ne olacaksa, “rejim/sistem”e uygun olarak olacak. Aynı hamam aynı tellak, sadece tas değişecek.
Başbakan, bundan sonra “demokratikleşme” adına bir dizi yenilik sıraladı. Elbette önemli iyileştirmeler var ve bunları takdir etmek lazım.
Ancak “paket”in getirdiği “nefret suçu” kavramı, bu ülkede yaşayan herkesin, özellikle de müslümanların başını bir hayli ağrıtacağa benziyor. Çünkü bu kapsamda yapılacak yasal düzenlemelerle, “nefret, ayrımcılık, yaşam tarzına müdahale” gibi suç türleri ihdas edilecek ve bunları işleyenler şiddetle cezalandırılacak. Bu durumda, mesela Filistin’de müslümanları katleden, zulmeden siyonist-yahudilerden nefret ettiğinizi söyleyemeyeceksiniz. Böylece Türk hukuk sistemine, Siyonistlere bütün dünyada ayrıcalık ve dokunulmazlık getiren ve adeta “Siyonistleri dünyaya baş tacı yapmanın gerekleri”ni belirleyen “Ottawa Protokolü” dahil edilmiş olacak. Hatta, artık “Barış Süreci” gereği aklanan terör örgütünün şehir yapılanması KCK’lılara “terörist” diyemeyeceksiniz; çünkü bu, nefret suçu kapsamına girecek. Üstelik bütün bunlar, “yaşam tarzına saygı ve koruma” adı altında yapılabilecek.
İşte böyle vahim sonuçlara varabilecek bir düzenleme getiriyor “paket” ve eğer yasal çerçevesi çizilirken dikkatli olunmazsa, bir yandan yürürlükteki “müslümanca yaşam”ı kısıtlayan siyasal, sosyal, hukuki, adli, vb. mevzuat ve gelenek hâlâ duruyorken müslüman kitle bundan minimum ölçekte yararlanacak, diğer yandan diğer kesimler, kendi varlığını ve güvenliğini garantiye almış olurken, başımıza “Atatürk’ü Koruma Kanunu” gibi yeni bir “baskı mekanizması” getirilmiş olacak. Eğer konu yasalaştırılırken, “tanımlamalar” ve “uygulama kriterleri” dikkatli belirlenmezse...
Bu vahameti gölgeleyen güzel gelişmeler, “kamuda başörtüsü serbestliği” ve okullardaki “Andımız” uygulamasının kaldırılması. Ancak, bu noktada cevaplanması gereken sual şu:
Paket, “nefret suçu”nu müslümanlara kabul ettirmek için mi “başörtüsü ambalajı”na sarıldı, yoksa “başörtüsü”nü diğerlerine kabul ettirmek için mi “nefret suçu ambalajı”na sarıldı?
Bu “paket”le birlikte “mutlu hayat”ı beklemeyin; sadece “pembe düşler” kurabilirsiniz. Paketten pakete ertelenen “toplumsal umutlar”, yine yeni bir pakete kaldı. Zaten Başbakan, “paket”in Türkiye’yi bütün prangalarından kurtaracak, bütün tortuları temizleyecek bir paket olmadığını, ama “çok önemli bir eşik noktası” olduğunu ifade etti.
Şimdi yeni umut, Başbakan’ın şu cümlesinde: “Demokratikleşme paketi, bir ilk değildir, bir son da olmayacaktır.”
Ama son olsun artık; tam olsun ve son olsun!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.