Benim "Çalıkuşu"m
Dikkatli okuyuculardan birisi, Çalıkuşu yazımla ilgili olarak çok haklı bir eleştiri gönderdi. "Dizi kötü de sanki roman iyi mi?" diye soruyor ve beni, samimi olmaya davet ediyor.
Ben, Çalıkuşu hakkında, çok samimiyim. Hala okuyunca ağlarım. Aynı tadı alırım.Türkçesine, akıcı anlatımına meftunum. Edebi yönden aldığım lezzet, siyasi ve dini bakımdan bize ters taraflarını görmediğim anlamına da gelmez. İhanetin acısı ile İstanbul'dan kaçarak diyar diyar dolaşan Feride, şairin "Başını taşdan taşa vurub gezer avare su" söyleşini hatırlatır bana. Zaten romandaki doktor da onu, zamane Leyla'sı olarak tanımlar . Feride, her gittiği yerde, sahiden başını taşdan taşa vurur. İftiraya uğrar. Yokluk çeker. Aç bile kalır. Ama, iffetini her daim korur. Kamuran'a, yani aşkına, ihanet etmez. Mecbur kalıp evlendiğinde bile böyledir. Daha doğrusu bu, yazarın tercihidir.
Romancı, kadının çalışmasının müşkül olduğu bir toplumda, kimsesiz bir kadının iffetiyle ayakda kalmasının reçetesini de sunar bir yandan. Zaten, R. Nuri Güntekin, Çalıkuşu'nu, Fatma Aliye'nin "Udi" romanından etkilenerek yazmıştır. Udi'de, kendisini aldatan kocasından ayrılan bir kadının, iffetini, namusunu koruyarak hayatını idame ettirmesi anlatılır.
Peki, Çalıkuşu'nun bize aykırı olan tarafları nelerdir?
Öncelikle, Feride'nin mektebi başlı başına bir sorundur. Aynı dönemde İstanbul'da, bir sürü kız idadisi, sultanisi varken neden romanda Fransız mektebi tercih edilmiştir? Hem de yatılı. Küçücük yaşdan rahibelerin eline verilen kızların, mezun olunca ne hale gelecekleri ciddi bir soru işareti iken okul ortamı romanda müsbet anlatılır. Oysa, "Uzak Ülke" romanından hatırladığım kadarıyla, Fatma Aliye'nin kızlarından birisi rahibelerin kendilerine zorla ikonları öptürdüğünden şikayetçidir. Bir diğeri ise rahibelerden etkilenmiş ve tanassur etmiştir. Yani bu mektebler, masum eğitim yuvaları değil, misyoner okullarıdır.
Reşat Nuri Güntekin, yeni rejimin taraftarı bir yazardır. Feride'yi aşk acısı ile Anadolu'ya yollayarak, bu mekteblerde yetişen kızları, batılı değerleri öğretmeleri için Anadolu'ya gitmeye teşvik eder aslında. Anadolu İslam yüzünden(!) geri kalmıştır çünkü.
Feride'nin dini ve milli olarak eğitimi ile ilgili bir şey yoktur romanda. Gerçi Feride, Zeyni Baba'nın başında dua ederken bunu itiraf eder. İstanbul'un ortasında,bir kız mektebinde, sıkı sıkıya örtülü rahibelerden ders almıştır ama, bir Anadolu Köyü'nde sınıfda başını örtmek garibine gider. Bu durum, sadece romanın değil, o dönemin de önemli bir sorunudur. Yani, sadece batılı usulde eğitim alan ve batının her şeyini ilericilik, İslamı gericilik olarak gören bir kesim vardır.
Oysa aynı dönemde, Halide Nusret (Zorlutuna) misali, Osmanlı mekteblerinde okumuş ve aynen Feride gibi maddi zaruretden dolayı öğretmenliğe yönelmiş bizim çalıkuşları da vardır . Halide Nusret'in babası, ittihatçılara muhalif bir subaydır ve kızların okuması taraftarıdır. Ama kızını bir rahibe okuluna değil, Erenköy İnas Sultanisi'ne gönderir. Anadolu insanına bir şeyler vererek eğiten ve ondan bir şeyler alarak kendini eğitmeye devam eden yerli çalıkuşları bu okullarda yetişir. Ne kadar batılı görünseler de ayakları bu topraklara basmaktadır.
İkinci olarak, tamamen şahsi bir eleştiri yapacağım. Yazarın etkilendiği "Udi" romanında, Bedia, "Aşkda, hıyanetden başkası çekilir" inancında bir kadındır. İhanete uğrar ve evliliği bitirir. Üstelik, eşini sevmektedir. Halbuki Güntekin, Kamuran'ın ihanetine rağmen, Feride'yi, bedenen ve ruhen Kamuran'a mahkum eder. Üstelik, günahının bedelini ödeterek adeta Kamuran'ı aklar. Neticede kavuşurlar. Halbuki Kamuran, bu sadakati hak eden biri değildir. Bu romantizm, son derece müzekker bir yaklaşım aslında. Erkek ihanet etse de bekle ve affet...
Bunun ne zararı var diye sorarsanız açıklayayım. Bu noktada, R. Nuri Güntekin , romantik ve santimantal genç kızları iflah olmaz bir yola itmiştir. Hayat romanlardaki gibi değildir. Bu memleketin ümitsiz veya hain maşukların pençesinde kıvranan; sonu gelmez bekleyişlere mahkum olan kadınlara değil; güçlü ve iradeli annelere, eşlere ihtiyacı var. Aşık olmak, kalp krizi geçirmek gibidir. Gönül yorulur. Ama, kalbin kalan kısmıyla hayat devam eder. Ferideler'e " Aman başka hayat kurma. Otur Kamuranlar'ı bekle " demek , romantik olarak hoş gelebilir ama, reel olarak yanlış bir tavsiyedir.
Bu noktada, Gustave Flaubert'in, Madam Bovary'yi intihara mahkum etmesini özellikle hatırlatmak istiyorum. Realist bir yazar olarak, toplumu ve evliliği öne alır. Romantizmin peşinden gitmenin hangi felakete götürebileceğini gösterir ve aşk ile ahlak arasında kalan insanı cezalandırarak ahlakdan yana tavrını koyar. Fatma Aliye de ihanet edeni cezalandırır. Ama Güntekin,ihanet edene biraz acı çektirib sonunda ödüllendirir. Zira, ihanet eden erkektir. Ben buna, romancının kendi cinsine iltiması diyorum.
Yazarları bilinçli olarak mı yaptılar bilmiyorum, "Aşıksan ihanet de çekilir" diyen Çalıkuşu romantizmini bertaraf eden eserlerden bahsetmek istiyorum biraz. Mesela, Atilla İlhan'ın "Yarın Artık Bugündür" adlı eserinde ihanete uğrayan doktor hanım, nişanı atar ve Anadolu'ya gider. Anadolu insanına yakınlaşırken İstanbul'un yozlaşmış sosyetesinden de uzaklaşır. İhanetin yarasını da başka bir sevgi ile sarar. Buna benzer bir konuya, yeni bir romancı olan Nazlı Kökyay'ın, "Hayatınıza Girdiğim İçin Beni Affedin" romanında rastladım. Hatta, ihanetin sebeb olduğu kalp kırıklığının tamiri için sunduğu reçeteye teşekkür ettim. Romanda, kendisini Anadolu'ya sürgün eden bir çalıkuşu vardı ve kendisine yeni bir hayat kurmayı başarıyordu.
Velhasıl, Çalıkuşu romanı siyasi ve dini açıdan bana uzak; ama, duygusal açıdan çok yakın ve vazgeçilmez bir roman. İhanete merhamet etmesine rağmen...Reşat Nuri Güntekin'in edebiyat öğretmenliği yaptığı ve Halide Nusret'in talebe olduğu bir lisenin havasını soludum. Belki bir gün, bizim çalıkuşuların hikayelerini yazarım. Belli mi olur....
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.