Abdullah Şanlıdağ

Abdullah Şanlıdağ

Özeleştiri ve tenkide açık olmalıyız

Özeleştiri ve tenkide açık olmalıyız

İslami yönleri ağır basan bir dernekte arkadaşlarla sohbet ederken, konu tecdit, müceddit ve İslam’ın evrenselliği noktasında yoğunlaştı. Güzel de oldu.. Arada bir cemaat taassubu olan birkaç arkadaş, “Bu konular bizleri aşan konular. Ağabey ve üstatlarımız dururken bu alanlarda bizlerin bir şeyler söylemesini doğru bulmuyorum.” dediler. Dernek yetkilisi arkadaş; “iyi de, ya ağabey ve üstadın bu noktada yanılıyorsa ne yapacaksın?” dediğinde, aynı şekilde sevap kazanacağını belirtti.

Evet, bu bir bakış açısıdır. Kendisini İslami konularda yeterli görmediği ve de gerçekten samimi olduğu için böyle inanıyorsa, mesele yok. Ama dünyada gelişen hadiseleri takip eden, birazcık ilmi meselelerden haberdar olanların her türlü konuyu ağabey ve üstatlarına havale edip, daha sonra da onların verdiği hükümde hikmet arayanların düşüncesini asla doğru bulmuyorum. Kafayı, beyni köleleştirmek veya kiraya vermek bu olsa gerek. Aziz kardeşim, biraz kitap karıştır, akılını kullan ve düşün!

Akıllarını kullanmayan sağır ve dilsizlerin Kur’an’da ne denli yerildiklerini anlamak istiyorsan Enfal suresinin 22. ayetini tefsiriyle beraber oku!
Aklı kullanmak ve hür tartışmaya açık olmak lazımdır. Bu manada söylenmiş çok güzel sözler var. Bendeniz İmam Malik’in sözünü aktarayım:
“Benim sözlerimdeki hatalara, tenkit edilecek yerlere bakınız! Dinde Rasulullahın sözünden başkası red ve tenkit edilebilir.” İmam Malik bu sözü Rasulullahın kabri başında söylemiştir.

Ebu Hanife’nin de benzer bir sözü vardır:
“Benim sözlerim Kur’an’a ve Rasulullahın sünnetine uygun olursa alırsınız, karşı olursa atarsınız.”

Bana göre en büyük zaaflarımızdan bir tanesi de öz eleştiri ve yapıcı tenkide açık olmayışımızdır. İmam veya müftü, minberde yanlış da söylese eleştiremez, sesinizi çıkaramazsınız. Hele bir cemaatta veya dernekte üstatları eleştirmek veya aksi fikir beyan etmek imkansızdır. İslam bu şekilde ilerleyebilir mi? Bu, baskıcılık ve dayatma değilse nedir?

Eleştiriye ve tenkide kapıları kapadık, eyvallah! Bilim ve teknolojide de geri kaldık. Peki nasıl kalkınacağız? Ondan sonra da kalkıp şöyle diyoruz: Ya hu artık neden İmam Gazali gibi adamlar yetişmiyor?

Biliyor musunuz, uluslar arası karar mekanizmasında Müslümanlar temsil edilmiyor.

Neden biz böyleyiz? Kur’an’ı neden okumayız? Bakın Kur’an’da Allah:

Düşünmeye, üretmeye, öğrenme ve öğretmeye, kainatı araştırmaya ve aklı en güzel şekilde kullanmaya çağırıyor.

Aslında bizleri bu hale biraz da sloganik kültür getirdi. Caddelerde “İslam gelecek, her türlü zulüm bitecek!” dedik, ama bunun nasıl gerçekleşeceğini ve alt yapısını düşünmedik. Kurtuluşu Amerika ve İsrail’in yıkılışında aradık. Hala da öyle inanan ve kendileri hiçbir şey yapmayan insanlarımız yok mu?

Bir toplum kendi hakkındaki hükmünü değiştirmedikçe, Allah da o toplum hakkındaki hükmünü değiştirmeyecektir. Dolayısı ile değişimin adresini dışarıda değil içeride, ötekinde değil kendinde, uzakta değil yakında aramak gerekir. Partisel bazda da maalesef durum böyledir. Bizde liderler hep kutsana gelmiştir. Kutsanan ve sürekli alkışlanan, yaptıklarının hepsinde hikmet aranan sevgili lider, önünü göremez. Yapıcı eleştiri ve tenkitlere dahi düşman gözüyle bakarlar. Çünkü gerçeğin adresini kendileri zannederler. Eleştiren, yapıcı projeler üreten, entelektüel birikime sahip ufuk açıcı insanların önünü açmak gerek. Ama siyaset tanrıları ve birilerinin omzuna basarak zirveye çıkan tağutlar, aşağıya inme niyetinde olmadıkları için piramidin tepesini kaptırmak istemezler.

İslami dönüşümde demokrasiyi kullanarak iktidar bazında bir şeyler yapmaya çalışmak, Türkiye gibi ana kumandası laikçi jakobenlerin elinde olan ülkelerde kaçınılmazdır.

Küreselleşen dünyada kendi kabuğunuza çekilmenizin anlamı ve imkanı yoktur. Küresel sorunlara küreselleşmeden küresel cevaplar üretebilirsiniz. Kendi değerlerinizi, en başta da inancınızı yitirmeden demokrasinin içerisinde mücadele edebilirsiniz. Reel politik dedikleri budur. Çok hazlanmadığımı söyleyebilirim, itiraz yükseltenleri de anlarım, ancak mevcut zeminde daha iyisini yapmanız biraz zor. Zaten Arap dilinde insanların sevk ve idare edilmesi siyaset kavramı ile açıklanmıştır. İslam’da düalizme yer yoktur. Yani İslam’dan bahsederken “dini”, dünyadan bahsederken “dünyevi” diye ayırım kotlarına yakalanmak, sağlıklı değildir. Bunun gerisinde sosyalist İslam, liberal İslam, resmi İslam, ılımlı İslam ve radikal İslam gibi açılımlar vardır.

Allah’ın dini, hayatımızın öncesi, bugünü ve yarını ile ilgili çözümler getirmiştir. İslam “Ed-Din” dir. Yüzyıllardır süregelen çirkin siyaset (kaynağını vahye dayandırmayan siyaset) İslam’ı biçimlendiremez. Allah’ın davası şahıslara endeksli değildir. İslam, Adem’le başlayan kutsal mücadeledir ve Hz. Muhammed (as)’le halkası tamamlanan evrensel bir dindir. Siyasetin ölçülerini İslam belirler. Öz eleştiriye açık olmayan ağabey ve liderlere böyle dediğinizde yüzleri kırışır, “siz o işlerden anlamazsınız” havalarına girerler. Rasulullah(s.a.v.) ve Raşit halifeler döneminde meselelerin çözümü noktasında nassa bağlı kalınırdı. Muaviye dönemi ile saltanatlaşan devlet yönetiminde örfi ne nefsi ilkelere baş vuruldu. Bugün ise tamamen beşeri ölçüler ön plandadır. Kendi nefislerimizdeki batıl ilkeleri değiştirmedikçe Allah da bizim hakkımızdaki hükmünü değiştirmeyecektir.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Abdullah Şanlıdağ Arşivi