İkimiz bir Fidan değiliz!
Türkiye ve İsrail…
Daha doğrudan konuşalım: Gerçekten Türkiye varsa, İsrail yoktur!
Osmanlı varken, İsrail yoktu!
Osmanlı yıkılmadan İsrail kurulamazdı!
Osmanlı yıkıldı… Osmanlı kurucu halkına, daha doğrusu o halk adına hareket etmek iddiası olanlara yıktırıldı. Osmanlı’nın yıkılması, hilafetin yok edilmesi 19. yüzyılın sonunda İngiliz siyasetinin merkezine yerleştirilmişti.
Bütün 19. yüzyılı Osmanlı Devleti’ni Rusya’ya karşı destekleme siyaseti ile geçiren İngiltere, Abdülhamid elinde Hilafet’in kazandığı güç yüzünden iflah olmaz Osmanlı düşmanı kesildi. Bunun en açık göstergesi Türkiye’nin o sıralar siyaseten en büyük düşmanı olan Rusya ile ittifak yapmasıdır. Bu ittifak zamanla Fransızların, İtalyanların da katılmasıyla bir paylaşma anlaşmasına dönüştü…
Cihan harbi, yani 1. Dünya Savaşı kazanıldığında Osmanlı bu dört devlet tarafından paylaşılacaktı.
Çanakkale zaferi bu hesapları bozdu. İngilizler ve müttefikleri Çanakkale’yi geçip Ruslara yardım edemedi. Çar’ın orduları komünist Kızıl Ordu karşısında yenilgiye uğradı. 1917’de meşhur Ekim devrimi/Bolşevik ihtilali oldu…
İhtilalden bir süre sonra Bolşevik hükümeti Çarların imzaladığı gizli anlaşmaları tanımadığını ilan etti. O zaman işte bu gizli paylaşma anlaşmaları ortaya döküldü. Ruslar aradan çekilince Türkiye’nin paylaşılmasının kuvveden fiile çıkarılması güçleşti.
Proje zarureten tadil edildi, Türklere de Anadolu’da bir devlet kurma hakkı tanındı! Bakın Osmanlı Devleti’nin devamı değil, yeni bir devletin kurulması sözkonusu.
Osmanlı yıkılacak, merkez topraklarında dünya siyasetinde tesiri olmayan küçük bir “ulusal devlet” kurulacak. Bunu müttefikler adına zamanın Fransa başbakanı alenen söyledi.
Aynı zamanda, Filistin’e Yahudi yerleşiminin meşruiyet zemini hazırlanacak.
Nitekim öyle oldu. Bahsi uzatmayalım. Emperyalist güçler Osmanlı Devletinin yıkılmasını da kâfi görmediler: Ortadoğu’da sürekli ellerinin olması için İsrail’e vücut verdiler.
İsrail varlık sebebini çok iyi biliyor. Değişen dünya siyasetinde yerini yeniden belirlemenin öncelikle Türkiye’nin tavrına bağlı olduğunun da farkında. O yüzden, Türkiye’nin kendine geldikçe kendi coğrafyasında, tarihi de arkasına alarak oynayacağı rolün önüne geçmeye çalışıyor.
Bunun kapalı kapılar ardında ne cesamette yapıldığını bilmiyoruz. Yahut da bilen biliyor! İş o noktaya geldi ki, husumet artık kapalı kapılar ardında değil, apaçık ortaya dökülüyor.
Türkiye’nin İstihbarat teşkilatı ilk defa son dönemde iç meseler yerine dış meseleler odaklı çalışmaya başladı. Türkiye’nin millî siyasetinin güçlü bir cihazı haline geldi. Bunun doğurduğu rahatsızlığın boyutlarının büyüklüğünün delili son günlerde basına düşen MİT Müsteşarı Hakan Fidan’la ilgili yazılardır.
Bu yazılar elbette sırf devletin bir üst kademe yöneticisinin eleştirisi maksadıyla yazılmıyor. Türkiye’nin takip ettiği dış siyasetin reddi ve o siyaseti oluşturan hükümetin yıpratılması maksadını taşıyor.
Bunu Türkiye’nin milliyetçileri anlar mı bilmiyorum. Fakat “ulusalcı”ların anlaması mümkün değil.
Ulusalcılık her şeye rağmen batıdan yana tavır koymaktır. Eğer başka şekilde tavır gösteriliyorsa, bu dahi batıyı yola yatırmak içindir. Ulusalcılık İsrail’e açık kapalı garanti vermektir.
Yani ulusalcılık Türkiye’nin çıkarlarını üstün tutmakla eş anlamlı değildir. İsrail’in piyasaya dökülen siyaseti bunun ne manaya geldiğini gösteriyor. Türk istihbaratı ABD ile birlikte İsrail öncelikli iken, mesele yoktu. O zaman “ikimiz bir fidanız” şarkısı söyleniyordu.
Artık ikimiz bir fidan filan değiliz, Türkiye tek Fidan!
Mesele bundan ibaret!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.