Boşverin otomobili şeftali üretelim
Devrim dönemini tamamen pas geçip, Türkiye’nin otomobil macerasını Anadol’dan başlatmak niyetindeyim.. Zira ben kendi çocuklarıma, sokaklarda ya da eski filmlerde gördüğüm zaman, “ilk yerli arabamız” diye Anadol’u gösteriyorum.. Seri üretim bu anlamda benim için esas temel alınması gereken yer olduğu için.. O bakımdan oradan alacağım meseleyi, sonra birkaç yıl daha geriye gideceğiz..
İNEKLERİN BEĞENEREK YEDİĞİ ARABA
Kendi adıma konuşayım, ben Anadol’a bayılıyorum.. Özellikle üstü siyah altı beyaz bir SL modeli vardı. Ön koltuğu kanepe şeklinde boydan boya.. Vites topuzu ışıl ışıldı.. Ben beyaz dedim ya, kırmızısı yeşili falan da vardı aslında.. Reklamını; “bu memleketin otomobili” diye yapıyorlardı.. Bu memleketin otomobili olan Anadol’un ismi Anadolu’dan, amblemindeki geyik ise Hititler’den geliyordu.. Tamamen bu memleket kokuyordu yani.. Fakat kasası İngiliz Reliant firmasına, motoru ise Ford’a aitti.. Üzgünüm Leyla.. Bütün modellerinde kaportası cam elyafı ve polyesterden yapılmaktaydı.. Biz cam elyafı bilmediğimiz için kasanın “saman” olduğuna inanırdık ve ineklerin bir gece aç kalıp arabayı yiyeceğinden korkardık.. Anadol adı, açılan isim yarışması sonucunda seçildi.. Yoksa arabanın markasının “Koç” olmasını istemişti sahipleri.. Neyse işte bu arabayı bize Koç, “ilk yerli araba” diye sattı.. Biz de aldık.. Tabii önemli olan o yıllarda yani 1966’larda falan böyle bir atılım yapmak değil.. Önemli olan bunun arkasını getirmekti.. Aynı tarihlerde yine Ford desteğiyle üretime başlayan Koreli Hyundai, montaj üretimle başladığı otomotiv yolculuğunda kendi markasını ortaya çıkardı.. Biz ise, tam tersini yaparak Anadol’u bile tarihe gömdük lisanslı üretime geçtik..
YERLİ OTOMOBİL FİKRİ VE ERBAKAN
Merhum Erbakan, 1956 yılında daha 30 yaşında iken Gümüş Motor Fabrikasını kurarak Türkiye’nin ilk büyük sanayi hamlesini gerçekleştirdi.. O tarihten itibaren ise sadece Türkiye’nin kendi otomobilini üretmesi fikrine odaklandı.. 1961 yılındaki Otomotiv Kongresi bu fikir etrafında bir araya geldi.. Kongre salonu hayli kalabalıktı.. Herkes, Türkiye’nin kendi otomobilini yapma inanç ve kararlılığında bir araya gelmişti.. Büyük sanayiciler, temsilcilerini bizzat göndererek izliyorlardı kongreyi.. Koç Grubu adına ise orada Bernard Nahum vardı.. Otokoç’un ortağı ve yöneticisi Nahum, bir yerli otomobil üretme fikrinden çok, üretimin zorluklarını anlatan bir konuşma hazırlamıştı.. Konuşmayı ön sıralardan izleyen genç bir mühendis, yavaş yavaş gerilmeye başlamıştı duyduğu sözler karşısında.. Nahum, konuşmasında, otomobil üreteceğimize Bursa’da şeftali üretelim deyince, ön sırada oturan mühendisin kan beynine sıçradı.. Ayağından çıkardığı postalı Nahum’un kafasına fırlattı... Arkasından da, 50 yıldır artık ezbere bildiğimiz ama o tarihlerde ilk kez söylenen şu sözü sarf etti; “Bize otomobili siz ürettirmiyorsunuz, sizler bizi batıya mahkûm ve mecbur ediyorsunuz.”
YİNE KOÇ YAPACAK
Koç Grubu’nun yıllardır otomotiv konusunda benzerine az rastlanır bir teknoloji, birikim, donanım ve altyapıya sahip olduğu tartışmasız bir gerçektir.. Ancak bunu başka markaların lisanslı üretimini yapmak üzere değerlendirdikleri de bir başka su götürmez gerçek.. Fiat Regata’nın lisansıyla ürettiği Kuş serisi arabaların, Türkiye’de “süper / S”, “Süper Lüks SL”, “Süper Lüks Otomatik Klimalı SXAK” diye satıldığı 90’larda, herhangi bir orta Avrupa markası ya da Amerikan markası otomobil, bugünkü teknolojik çağı çoktan yakalamıştı.. 1990 model Şahin ile 1990 Model herhangi bir VolksWagen’ı karşılaştırdığınızda ya da Opel’i ne demek istediğimi anlayacaksınız.. Neyse demem o ki, 2013 şartlarında yerli otomobili üretme işi yine Koç Grubunda kalmış.. Onlar demeden ben söyleyeyim; “bırakın otomobili, şeftali üretelim.” Kalın sağlıcakla...