Cumhuriyet mesajları ve hakikatler
Resmi bayramlarda/günlerde, devlet adamları günün önemine dair açıklamalar yapar, bu vesileyle vermek istedikleri mesajları verirler. Bu sene Cumhuriyet’in 90. yılı kuruluş yılı kutlamaları münasebetiyle verilen mesajlarda, olmayan bir “Cumhuriyet tipoloji”sinin “olanı gizlemek suretiyle” ambalajlanarak servise devam edildiğini görüyorum.
Türkiye Cumhuriyeti’nin en belirgin özelliğinin “demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti” olduğunu belirten Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, bu niteliğiyle mevcut Cumhuriyet’in “İslam’a hayat hakkı tanımadığı”nı da vurgulamış oluyor. Nitekim bu köşede zaman zaman, “Laiklik ile İslam’ın bir arada bulunamayacağı”na dair verileri dikkatlerinize sunuyorum. Bu durumda, eğer “Cumhuriyet Laik olmaya devam edecekse bu, İslam inancına sahip insanlara uzak kalmaya da devam edecektir” anlamına gelmez mi?
Cumhurbaşkanı’nın mesajındaki “Türk milletinin Büyük Atatürk önderliğinde verdiği emsalsiz mücadele” vurgusunun gerçeği yansıttığını düşünmüyorum. Bu kapsamda, bu köşede yazdığım 20.05.2013 tarihli “Bir ‘Kurtuluş Savaşı’ Masalı” başlıklı yazıyı yeniden hatırlatmak istiyorum.
Yine Sayın Gül’ün, “en büyük bayramımız” diye takdim ettiği Cumhuriyet’in ilanından sonra yapılan “devrimler”le İslam’a dair ne varsa devrildiğini, “İslam’ın toplum ve devlet hayatından, siyasi-idari, hukuki-adli, sosyal-kültürel, iktisadi-mali ve benzeri tüm hususiyetleriyle sökülüp atılarak örselenmiş haliyle bireyin vicdanına hapsedildiği”ni, kurulan “İstiklal Mahkemeleri” ile onbinlerce “inanan insan”ın, binlerce “alim”in kıyımdan geçirildiğini unutmuş olamayız, değil mi?
“Cumhuriyet’in kazanımları”ndan söz eden Sayın Gül’ün, bu kazanımların neler olduğunu da açıklaması yerinde olmaz mıydı? Mesela birey ve toplum, “bizi biz yapan asli kimlik ve kişilik değerleri”nden uzaklaştırıldı, “Batıdan kopya değerler”le ve İslam’dan uzak biçimde “yeniden biçimlendirilmiş bir toplum” inşâ edildi. İşte size Cumhuriyet’in kazanımı. Bu kazanımları “halkımız arasında farkedilenin çok üzerinde bir mutabakata dönüşmüştür, bu hususta vatandaşlarımızın hiçbir tereddüdü de yoktur” diye takdim eden Sayın Gül’ün, halkın nasıl da zorla, baskıyla, zulümle, kıyımla dönüştürüldüğünden, kabul etmeyenin bir daha gün yüzünü görmediğinden, mecburen kabul edildiğinden habersiz olması düşünülemez, değil mi? İşte Cumhurbaşkanı’nın “halkımız tarafından benimsendi” vurgusuyla ifade ettiği Cumhuriyet, bu “aslından-neslinden uzaklaştırılarak üretilmiş toplum” tarafından kerhen benimsenmişse, bunda kıvanç duyulacak ne olabilir?
Mesajında “Cumhuriyetin en önemli fazileti”nin “eşitlik, adalet, hürriyet ve özgür seçim” olduğunu söyleyen Cumhurbaşkanı, “özgür” dediği “seçim”in “rejimin çizdiği çerçeve dahilinde ve onay verdikleri arasında, rejimin mekanizmasına uygun olarak tercihte bulunmak” olduğunu biliyordur eminim. Toplumun tamamı da istese, “rejim”i değiştirip mesela Şeriat’ı getirebilir mi? Hayır!... Demek ki özgür seçim de, eşitlik de, adalet de yok! Sayın Gül “bugün herkes bu ülkenin eşit haklara sahip, asil ve özgür vatandaşlarıdır” dese de, benim “İslam’a göre yaşama ve yönetilme haklarım yok” ve ben, inanan biri olarak “inkârcılarla aramda, İslam dışı yasalarla eşitlik sağlanması”ndan son derece muzdaribim.
Şimdi de Başbakan Erdoğan’ın mesajından birkaç örnek vermek istiyorum.
Sayın Erdoğan’ın, mesajında “Cumhuriyet idaresi”nde “herhangi bir zümre”ye ve “otokratik zihniye”te imtiyaz olmadığını vurgulamasını hakikatlerle bağdaştıramadım. Çünkü biliyoruz ki “otokratik Kemalist zihniyet” Cumhuriyet’in başından beri ipleri elinde tutmuştur ve “Kemalist-Laik zümre”, her daim imtiyazlı olmuştur. Cumhuriyet tarihi boyunca bu ülkenin asli sahibi olan “müslüman toplum”un “vergi vermek”ten, “askerlik hizmeti yapmak”tan ve “belirlenmişler” arasından birine “oy kullanmak”tan öte bir önemi ve değeri olmamıştır.
Sayın Erdoğan’ın, yurdun “tarihte eşine ender rastlanacak bir mücadele” verilerek işgalcilerden kurtarıldığına dair ifadelerine karşı, yukarıda zikrettiğim “Bir ‘Kurtuluş Savaşı’ Masalı” başlıklı yazıyı okumanızı öneriyorum.
Başbakan devam ediyor: “Cumhuriyetimizin kuruluş felsefesinde, kuruluş amacında bu topraklarda yaşayan hiç kimseyi ötekileştirmek, dışlamak, küçük görmek, aşağılamak yoktur.” İyi de, “Allah” diyenin bile horlandığını, ötekileştirilip zulmedildiğini, “müslümanca yaşamak” isteyenin en ağır cezalara çarptırılıp bütün haklarının elinden alındığını, binlerce alimin idam edildiğini, müslümanların “gerici, yobaz, çağ dışı” diye aşağılandığını biliyorken, üstelik kendisi de şiir okudu diye hapsedilen Sayın Başbakan bu sözleri nasıl söyleyebilir? Kürtleri ötekileştirip bugünkü “terör ve ayrışma” belasını başımıza musallat eden, “Kemalist ideoloji”yle biçimlendirilmiş Cumhuriyet idaresinden başkası mı?
“Cumhuriyet idaresinde, demokratik yönetim biçimlerinde otokratik zihniyete, baskıya, herhangi bir zümreye imtiyaza yer yoktur” diyen Başbakan’ın, “Devrimler” ve “İstiklal Mahkemeleri” süreçlerini bilmemesi, “imtiyazlı Kemalist ideoloji ve derin güçler”den; TCK 163 ve 312 gibi yasalardan haberdar olmaması, 10 yılda bir gelen ihtilalleri görmemesi söz konusu olamaz, değil mi? Bunlarla birlikte diğer siyasi parti liderlerinin mesajlarını incelediğimizde, “Cumhuriyet mesajları”nın “hakikatlerle bağdaşmadığı”nı görüyor; ne zaman hakikatlere dönülecek, merak ediyoruz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.