Cumhuriyetin yüz akları ve cumhuriyetin yüz karaları
Cumhuriyetin 90. yıl resepsiyonunda eşimle birlikte Çankaya’dayız. Bu yıl Sayın Abdullah Gül’ün son resepsiyonu. Yine o ve eşi mutedil, güven veren, huzur telkin eden bir ev sahibi olarak misafirlerini ağırlıyor ve uğurluyorlar. Bu resepsiyonun en büyük özelliği ise başörtüsünün atık kamusal alanda hakkı olan yeri alması oluyor. Bu yıl ilk defa Başbakan Erdoğan’sız bir kutlama yapılıyor, zira Osmanlı’dan günümüze 150 yıllık bir rüya gerçekleşiyor, İstanbul’da Asya ile Avrupa denizin altından bir tünelle birleştiriliyor. Marmaray’ın açılışı dolayısı ile Başbakan Erdoğan İstanbul’da kalıyor, Sayın Gül’de son anda Ankara’ya ulaşabiliyor. Yani Cumhuriyet’in yüz akı bir proje hayata geçiriliyor. Tüm Türkiye ayakta, insanlar televizyonlarının başında bu mutluluğu paylaşıyor.
Bu arada bu mutluluğu paylaşmak şöyle dursun karnı ağrıyan, hasetinden çatlayan bir başka adam da midesindeki ekşiyi çıkarmaya başlıyor:
- Başbakan Erdoğan, Dolmabahçe Sarayı’nda oturup, karşıdan gelen motorlardan inen kadınları dikizliyor!
Siz zannedersiniz ki bu adam müptezellik yarışmasına katılmak için alıştırma yapıyor. Biz iki arkadaş Çankaya’da bu tuhaf adamı konuşurken birden adı anons ediliyor, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu salona teşrif etmiş. Teşrif etmek, sözlüklere göre şereflendirmek anlamına geliyormuş. Başkalarının şerefleri ile oynayan bir adam salonu şereflendiriyor(!) ne garip değil mi? Yerimden fırlıyorum, gidip bu haysiyet celladına bir çirkinlik ve çirkefliği yaparken utanıp utanmadığını soracağım. Belki daha da ileri gidip bir skandala imza atacağım. Arkadaşım niyetimi anlayınca elimi sıkı sıkı tutup şunları söylüyor.
- Sen, önce besmele çekip kendine gel, unutma ki Kemal Kılıçdaroğlu değilsin. Onun düştüğü yerlere düşemezsin. Öfkende haklısın, fakat öfkeni kontrol edebildiğin kadar insan olduğunu da unutmamalısın. Onu şeytanı ile baş başa bırak. Ayrıca burada Abdullah Gül’ün ev sahibi olduğunu da unutma. Bu hareketin ona da saygısızlık sayılabilir.
Bir an düşünüyorum ve onun söylediğini yapıyorum, besmele çekip bir koltuğa ilişiyorum. Arkadaşım bir sükunet abidesi kesilen bu adamı seyre dalarken, ben de kendi iç alemimde onunla kavgaya başlıyorum. Buna da kimse karışamaz ya... Gidip yakasına yapışıyor ve diyorum ki:
- Ey CHP’nin ve cumhuriyetin yüz karası adam, bu ülkenin Başbakanının önce anasına sövdün, şimdi de kasetle işgal ettiğin yerden Başbakan’a ve onun iffetli dünyasına saldırıyorsun, senin lügatinde edep ve ahlak kelimelerinin yeri yok mudur? Sen böyle konularda bilirkişi arıyorsan partinin yöneticilerine bakıver, oralarda bu konuda ehil kimseler bulacaksın!
Ben ruh dünyamda onunla bu kavgayı yaparken Kılıçdaroğlu arkadaşları ile sohbet ederek önümden geçiyor. Bakıyorum gündüz yaptığı iğrençlikten dolayı acaba yüzünde kıpkırmızılık var mıydı? Eser yoktu. Adam mutlu mutlu yürüyordu. Bugün 61 yaşındayım. Namus, şeref ve haysiyetlerine düşkün çok CHP’li dostum oldu. Gerek milletvekili, parti yöneticisi, gerekse üye olarak. Onlar başkalarının haysiyetlerini de kendilerininki kadar korumayı insan olmanın ilk şartı bellemişlerdi. Bu insanlar Kılıçdaroğlu gibi bir genel başkanı haketmiyorlardı. Yine de onun riyasetinde particilik yapmak zorunda idiler. Düşünsenize cumhuriyetin yüz karası bir adamla cumhuriyeti savunmak! Ben bunları düşünürken eşimin sesini duyar gibi oldum.
- Fatih Bey salon boşalmaya başladı galiba, kalkabiliriz.
Arkamızda 90 yıllık kim bilir hangi sırları bağrında saklayan Çankaya’dan ayrılıyoruz. Kafamda hâlâ kelimeler çarpışıyor. Bir Sütçü İmam ortaya çıkıp bağırmalı:
- Bu ülke, Başbakan’a böylesine alçakça dil uzatılacak, haysiyet cellatlığı yapılacak bir yer değildir, bu adama haddini bildiriniz!
İKİ ÖMER’İN FARKINI GÖREBİLMEK...
CHP sürekli kuyuya bir taş atıyor ve AK Partili hükümet de bunları kuyudan çıkarmaya uğraşıyor. Başbakan Erdoğan, “Biz yol yaparız, onlarsa yolsuzluk!” derken CHP’nin çok bilinen bir özelliğini resmediyor. Adamlar uzun uzun parti tüzüğü yazacaklarına bir cümle koysalar ve sadece deseler ki;
- Bizim işimiz her şeye takoz olmak!
Şerlere motor, hayır-hasenatlara fren olmak!”
İnanın isabetli davranmış olurlar. En son kamuoyunda “kamusal alanda başörtüsünün serbest bırakılması” diye bilinen kanunu Anayasa Mahkemesi’ne götüren CHP, bu defa da “Meclis’te başörtülü vekil” krizine tutuluyor. Efendim, dört AK Partili kadın vekilin hac dönüşü artık başlarını örteceklerini ve Meclis’e de öyle gireceklerini açıklamaları karşısında CHP’nin verdiği tepkiye bakınız lütfen. Kendisini “her çiçeği sulayan bir bahçıvan” olarak niteleyen ve bu vasfı ile de iftihar eden Kamer Genç, “Onlara da Merve Kavakçı’ya yaptıklarını yapacaklarını” söylüyor. Yani kürsüye fırlayacaklar ve:
- Burası devlete meydan okuma yeri değildir, bu kadına haddini bildiriniz!” diye kükreyecekler, sonra da başlarını örten dört kadın vekil için “Dışarı, dışarı” diye tempo tutacaklar. Bu rezil protestodan son gün neden vazgeçtiklerini de CHP’nin dul öğrenci velilerine attığı taciz içerikli SMS’lerle tanınan vekili Muammer İnce açıklıyor:
- AK Parti’nin tuzağına düşmeyeceğiz, onlar öyle davranmamızı istiyorlar!
Ve tarih tekerrür ediyor. Bilindiği gibi Türkçe ezan zulmünün mucidi CHP, Demokrat Parti’nin Meclis’te ezanın aslına uygun şekilde okunmasının yolunu açan kanunu çıkaracağını anlayınca son anda taktik değiştirerek o da desteklemişti. Burada da CHP, örtü düşmanlığının bir kere daha tescil edileceği anlaşılınca, yapacağı iğrenç ve bir o kadar da haksız, antidemokratik protestodan vazgeçiyor. CHP bugüne kadar hiçbir konuda samimi olmamıştır, bu yüzden de halka güven vermemiş ve halk da silah zoru ile korudukları tek parti dönemi hariç onlara iktidar yüzü göstermemiştir. CHP ve samimiyet söz konusu olduğunda aklıma hep üstad Mehmed Akif Ersoy’un bir hatırası gelir. CHP’nin 1948 yılında 1,5 yıl başbakanlığını yapan tarihçi Ord.Prof.Dr. Şemseddin Günaytay -ki bu zat ünlü Zulmetten Nura eserinin naşiridir, yani bir İslâm alimidir, fakat olmaması gereken yerde olup, yapmaması gereken işleri yapmıştır- bir camide cuma namazı için abdest almaktadır. Akif, şaşkınlıkla bakar:
- A canım, ben seni gavurluğunda samimi bilirdim, sen onda da samimi değilmişsin deyiverir.
Bu pencereden bakınca her zaman Aziz Nesin’i takdirle anarım. Hazret küfründe samimi idi. Öyle ki, bir ayağının çukurda olduğunu hissettiğinde notere gidip bir beyanname yayınlayıp onaylatmış ve öldüğünde asla Müslümanca bir dini merasim istemediğini ve onların mezarlığına da gömülmek istemediğini kamuoyuna açıklamıştı. Çoktandır böyle samimiyet sahnelerine hasret kaldık. Keşke herkes üzerine giydiği riya elbisesini çıkarabilse de hepimiz iki Ömer’in farkını görebilsek...
•
Ebu Cehil’in adı da Ömer’di.