Herkes birinci sınıf, bazıları daha birinci sınıf
Gerçi “sunum”daki, “vitrine çıkarılan figürler”deki, hatta “içerik”teki bazı hususlara “çekince” koysak da, -ki dünkü yazıda bu çekincelerimin bir kısmını sizlerle paylaşmıştım-, Başbakan’ın “Diyarbakır hamlesi”ni genelde olumlu değerlendirmek, “barışı sabote etmeye yönelik” bütün çalışmalara rağmen “siyasi kararlılık” gösterilmesini takdir etmek lazım. Neticede amaç iyi, amaç “barış”, değil mi?
Bu açıdan Başbakan’ın Diyarbakır konuşması üzerinde durmak hem “barış süreci” için, hem de “aksayan diğer bazı hususlar”ı dikkatlere sunmak için önemli.
Aynı kapsamda, “Diyarbakır konuşması”nda vurgulanan bir hususa dair “aksayan bazı durumlar”a; madem ki böyle bir noktaya geldik, “tek taraflı” değil de “çok taraflı bir düzeltme-iyileştirme hamlesi” yapılması gerektiğine dikkat çekmek istiyorum.
Başbakan demişti ki:
“Diyarbakırlı kardeşim, Kürt kardeşim, Türk kardeşim, Zaza kardeşim, Arap kardeşim; ....bu Cumhuriyet ne kadar İzmirlinin, ne kadar İstanbullunun, ne kadar Ankaralının Cumhuriyetiyse, işte o kadar da senin Cumhuriyetindir.... Sen herkes gibi, 76 milyon gibi bu ülkenin öz be öz vatandaşı, bu Cumhuriyet’in, bu vatanın, bu bayrağın, bu devletin sahibisin. Artık hiç kimse hiçkimseyi hor göremez. Hiç kimse hiçkimseye ikinci sınıf vatandaş muamelesi yapamaz. Yeni Türkiye’de ayrımcılık, ötekileştirme, horlama olamaz. İnkar, ret ve asimilasyon olmayacak. Alevi de Sünni de bu ülkenin birinci sınıf vatandaşıdır.... Yazarlara, şairlere, gazetecilere, sanatçılara, sesiyle, sözüyle gönüller fethetmiş ozanlara tahammül edemeyenler bölgeye barış getiremezler.... Size efendi değil, hizmetkâr olmaya geldik.”
Başbakan’ın bu sözlerinin özü ve esası şöyle özetlenebilir:
“Herkes birinci sınıf vatandaştır!”
Nitekim Başbakan’dan sonra, bir yandan Adalet Bakanı Sadullah Ergin “Bu ülkede 76 milyon insanın her biri, Türkiye Cumhuriyeti’nin birinci sınıf vatandaşı” dedi; bir yandan da Avrupa Birliği Bakanı Egemen Bağış, “Türkiye’de herkesin eşit vatandaş olabilmesi için.... özümüze dönüyoruz” dedi.
Şimdi bu “birinci sınıf vatandaş” meselesini masaya yatırmamız lazım. Zira, eğer bu bir “temenni”den ibaretse, bu temenniyi gerçekleştirecek olan Hükümet’tir ve millet, bunun için “gereken yetki ve destek”i Hükümet’e “gereken oran”da vermiştir. O halde Hükümet’in, temennilere sarılmaması, herkesi “birinci sınıf vatandaş” yapacak her ne gerekiyorsa, bir an önce onu yapması lazımdır.
Yok, eğer bu sözlerle gerçekten bu ülkede yaşayan herkesin el’an birinci sınıf vatandaş olduğu ifade ediliyorsa, işte o zaman buna itirazımız olacak; zira kazın ayağı hiç de öyle değil. Kazın ayağı şöyle: Bu ülkede herkes birinci sınıf vatandaş, ancak bazıları daha da birinci sınıf vatandaş...
İsterseniz birkaç örnek vereyim.
KCK’nın, “PKK terör örgütünün şehir yapılanması” olduğunu biliyorsunuz. Sadece bir “terör örgütünün şehir yapılanması” da değil, doğrudan “paralel devlet yapılanması”...
Haliyle bu yapılanmanın içinde olduğu tesbit edilenlerin, “mer’i yasalara göre gereken muamele”yi görmesi lazım, değil mi? Çünkü onlar, “ülkeyi bölmek” isteyen, “Kürt-Türk kardeşliği”ni “çatışma ve ayrışma/düşmanlık” üzere bozmak isteyen bir terör örgütünün organizasyonu içinde. Fakat “açılımlar”la gördük ki, ne kadar KCK’lı varsa bir bir salıverildi. Şimdi onlar “birinci sınıf vatandaş” statüsünde; “aklanmış” olarak, faaliyetlerine kaldıkları yerden devam ediyorlar.
Şimdi bir de “müslüman Kürtler”in teşkil ettiği “Mustaz’aflar”a bakalım. Hiçbir terör eylemine katılmamış, bir terör örgütü adına faaliyette bulunmamış Mustaz’aflar, sırf “sivil toplum faaliyeti” yaptıkları halde, onlarca yıl ile cezalandırılıp içeri atıldılar. Halen üzerlerine PKK’lılar saldırıp duruyor da, ilgili çevrelerin “gık”ı çıkmıyor. Yani şimdi bunlar “daha az birinci sınıf vatandaş” oldukları için mi böyle?
Sadece onlar değil... Başbakan “yazarlara tahammül edemeyenler”den söz ediyor ya... İşte Salih Mirzabeyoğlu... Kendisiyle ilişkilendirilmiş hiçbir suçu bulunmadığı halde, “28 Şubat Cuntası” öyle istedi diye adeta diri diri dört duvarın arasında gömüldü. Onun gibi olan başkaları da var elbette ve anlaşılan, herkes “birinci sınıf vatandaş” iken, “İslami inanç ve düşünce”ye sahip olanlar “daha az birinci sınıf vatandaş” olarak değer görüyorlar.
Eğer bu ülkede herkes, bazıları “daha birinci sınıf vatandaş” olmamacasına “birinci sınıf vatandaş” ise, bunu görmek istiyorum. Bir müslüman olarak, “her hususta İslam’a göre” yaşayabilecek miyim, yoksa bundan kısıtlanacak mıyım? Zira, hayatımı İslam’a göre yaşayamadığım bir ortamda, benim için “birinci sınıf vatandaşlık” yok demektir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.