Muhalifine karşı da edep
Rahat dönemlerde, pürüzsüz zeminlerde değerleri savunmak, ahlâklı duruş sergilemek kolaydır. Oysa asıl ahlâk zor dönemlerde ortaya çıkar. Meselâ kişi öfkeliyken, haksızlığa uğradığında, kendisine yapılanın zulüm olduğuna inandığında, bir vefâsızlık karşısında, aldatıldığında veyahut hayâl kırıklığına uğradığında.. Bu tür hâllerde nefsi ayaklar altına almak kolay değildir...
Ahlâklı olmak evvelemirde değerlerle hareket etmeyi gerektirir, zulme uğrasa da kişinin adaletten şaşmaması gibi. Yani kavgasını değerler zemininde kalarak vermesi. Edep ise, bu işin olmazsa olmazıdır..
Edep, ahlâk sistemi içinde bir alt başlıktır, nazik ve kibar olmayı, uslûp sahibi olmayı, zerafeti ve terbiyeyi ifade eder.
Bana “İslâm nedir?” diye sorulsa, hiç tereddüt etmeden “ahlâktır” diyebilirim. Böyle söylemem İslâm Dini’ni küçümsemek, onun itikad, ibadet ve muamelat sistemini görmezden gelmek veya bunların önüne geçirmek manasına gelmez. Ahlâk bunların tümüne içkindir zira.
İslâm’ın protestanlaştırılması hamlesinde bu dinin ahlâk öğretilerine indirgenmek istenmesi, yukarıda vermiş olduğum cevabın garipsenmesine yol açabilir, farkındayım.
Ama benim söylediğimin bunların yapmak istedikleriyle bir alakası yok, çünkü bunların derdi İslâmî hükümleri hayat dışına iterek Müslümanları seküler dünya görüşünün sınırlarını çizdiği etik’e mahkum etmektir. Oysa İslâm ahlâkı hayatın her alanını kuşatan, ahiret ve dünya ayrımı yapmayan, hayatın manasını metafizikle buluşturan bir kıvamın adıdır.
İslâm fıtrat dinidir. Ahlâkî değerler de insan yaratılırken tabiatına konmuştur. Bu yüzden ahlâk fıtrattır demek de gâyet mümkündür.
Bu bağlamda Efendimiz (sas) şöyle buyurmuştur: “Her çocuk fıtrat üzerine dünyaya gelir. Sonra çocuğu anne ve babası ya Yahudileştirir ya Hıristiyanlaştırır veya Mecusileştirir.” (Buhari: 1/465, hn: 1319; Muslim: 4/2047, hn: 2658).
İslâm ve ahlâk ilişkisinin izi nasslar üzerinden sürüldüğünde bu dediğim rahatlıkla görülecektir. Efendimizin (sas) ahlâkı o yüzden Kur’an diye tarif edilmiştir. Yani Kitab’ın hayata aktarılmış canlı modeli.
Bütün kutsal kitapların konsantre hâli Kur’an’da, bütün peygamberlerin temsil ettiği ahlâkın konstre hâli de Hz. Rasûlullah’ta (sas) tecelli etmiştir.
Bu inancında, ibadetinde, ticaretinde, komşusuyla ilişkisinde, sözlerinde ve amellerinde hep ahlâk üzere olduğu manasına gelir. Öyle ki, muhalifleriyle ve düşmanlarıyla mücadelesinde de ahlâk düsturlarının dışına çıkmazdı. O’nun bize sunduğu bu örnekliğe bugün ne kadar da muhtacız!
Müslüman dilinin ayarını koruyan kişidir. Korumadığında o hâli İslâm üzere değildir. Sözlerinde ve davranışlarında edep estetiğini yitiren bir Müslüman gerçekten sakil kaçmaktadır.
Ayıplı sözler, kardeşini küçümseyen davranışlar, muhatabının hakkına riayet etmeyen tutumlar hep bu cümledendir. Oysa Müslüman, insanların elinden ve dilinden emin olduğu kişi değil midir?
Efendimiz, kendisine, güzel davranış ile kötü ve günah içeren amelleri biribirinden nasıl temyiz etmesi gerektiğini soran sahabi Vâbisa’ya (ra) meâlen şu cevabı vermişti:
“Kalbine ve nefsine danış. Çünkü iyilik; yaptığında nefsinin mütmain olduğu davranışlardır. Kötülük ise nefsine itici gelen, yaptığında göğsünün daraldığını hissettiğin amellerdir.” (Müsnedi Ahmed: 4/228, hn: 18035)
Müslümanların kendi içlerinde derin bir hesaplaşmaya sürüklendikleri bu dönemde yüreklerini avuçlarının içine alarak kendileriyle yüzleşmeleri gerekir. Kalplerine danışmalılar yani. Kalplerine sıkıntı veren söz ve davranışlardan kaçınmalılar. Meşreplerinin değil Hak’kın hatırını gözetmeliler.
Son olarak Efendimizin (sas) önemli bir nasihatını hatırlatmak istiyorum: “Kişi dostunun dini üzerinedir, dostuna dikkat et.” (Ebu Davut: 2/675, hn: 4833, Tirmizi: 4/589, hn: 2378)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.