Arım balım peteğim!
Türkiye’nin sorunları nasıl çözülebilir?
Soruyu üstünüze alınmayın değerli okuyucularım! Bu bir kitap ismi...
1970’lerde ülkemizde gezici konferansçılar vardı. Gazetelerde tanıtım ilânları yayınlanırdı: “Konferans. Konuşmacı: Feşmekan oğlu filan. Konu: Türkiye’nin meseleleri!”
Bu ismi taşıyan bir konferansı hiç merak etmedim!
Bu isimde bir kitabın da ilgimi çekmeyeceğinden şüpheniz olmasın. Bu başlığı kullanan bir yazar Türkiye’nin meselelerini çözecek sihirli laflar etmeyi vaad etmektedir.
Benimse bu vaadlere karnım toktur!
Kitab okumayı aklımdan bile geçirmedim ama, yazarın kitaptan ne murad ettiğini açıkladığı tanıtım metnini okudum. Yeter de artar bile!
Buyrun hep beraber okuyalım:
“Sorumluluk sahibi her kişinin içinde yaşadığı topluma karşı bazı ödevleri bulunmaktadır. Eğer bir ülkede sağcısıyla, solcusuyla, hangi dine ya da mezhebe inanırsa inansın tüm vatandaşlara bedeller ödeten hastalıklar varsa, hiçbir kimse bu sorunlara karşı duyarsız kalamaz ve kalmamalıdır. Aslında bedel ödeyen tüm millet değil de bir iki vatandaş bile olsa, ahlaki açıdan yine kimsenin duyarsız kalmaması gerekir. Bizim ülkemizde de tüm vatandaşlarımıza bedeller ödeten birçok sorun bulunmaktadır. İşte bu kitap terörün nasıl çözülebileceği, darbelerin nasıl önlenebileceği, Alevi-Sünni kardeşliğinin nasıl sağlanabileceği, Arap Baharı’nın ne olduğu ve ülkemizin nasıl bir siyaset takip etmesi gerektiği ve başkanlık sisteminin ülkemizde yönetim sorunlarına çare olup olamayacağı konularında siyasetçilerin, akademisyenlerin, medya mensuplarının başta olmak üzere ilgililerin bilgi birikimine katkıda bulunmak üzere kaleme alınmıştır. Kitabın hazırlanmasında katkısı bulunan başta kıymetli danışmanlarım İlyas Yalçın’a ve Haluk Kadir Çoban’a katkılarından dolayı müteşekkirim. Umarım bu kitap ülkemize bedeller ödeten sorunların çözümüne katkıda bulunur ve yeni çalışmaların hazırlanması için okuyucunun kafasında yeni kapılar açar ve onları teşvik eder.”
“Vatandaşa bedeller ödeten hastalıklar...”
“Bedeller ödeten birçok sorun...”
Ben buna düpedüz “lâf salatası” derim! Türkiye’de akademizm laf salatası doğramaya dönüştü. Çok sayıda prof. unvanlının sap yiyip saman ürettiklerine şahit oluyoruz.
Ne yazık ki, İdris Bal da bunlardan biri. İşe bakın ki, siyasete atılmak için prof. unvanı yeterli referans oluyor. Eğer unvanınız varsa, ne söylediğinize, kişiliğinize, kapasitenize kimse bakmıyor. Hani eski bir salça veya konserve reklam vardı ya: Tamekse koy sepete!
Profesörse al milletvekili yap!
Bu liderlerimize şunu mu sağlıyor acaba: “Yanımda bir sürü profesör var!”
Adam profesör... Bir de kolayından milletvekili olmuş... Ensesi bir iken ikiye katlanmış...
Elbette parti içinde usulü kaidesi dahilinde sözünü dosdoğru söylemek gerekir. Lidere tapınmaya dönüşen ritüellerden kaçınmak lazımdır. Fakat söyleyecek sözün varsa!
Söylediğin, senin için cevher olabilir. Ya muhatabın için?
Unvanından menkul ilminle Türkiye’nin meselelerini şıppadak çözüveriyorsun! Hükümet dershane meselesini çözmeye kalkışınca da sorun haline geliyorsun.
Dershane meselesi er veya geç çözülmeli idi. Böyle çözülmese iyi olurdu. Yani daha makul ve mantıklı bir yolu bulunabilirdi. Bu makul ve mantıklı yol için İdris de çalışmalı, Nabi de, Fethullah hoca da. Diretmek yerine, üretmek!
Diret bakalım İdris! İki bin araçlık konvoyla Kütahya fethine giriş! Sen siyasetin dersini verebilirsin, fakat siyaset adamı olamazsın! Şu anda siyaset mektebinin talebesi bile olacak kıratta olmadığın yaptığın hareketlerden anlaşılıyor!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.