Din dili üzerinden muhalefet
Cumhuriyet dönemi katı laik uygulamaları sonucu İslâmî eğilimli partiler anayasal çerçevede kalmanın zorunlu bir gereği olarak laik tüzüklere sahip olmuş; “insan hakları”, “fikir hürriyeti”, “din özgürlüğü” gibi özünde seküler kavramlar üzerinden kendilerine yaşam alanları açmaya çalışmışlardır.
Kamu hizmeti veren dinî cemaatler de fincancı katırlarını ürkütmemek adına son derece seküler bir dil kullanmışlardır. Meselâ cemaatlerine “Cemaat” demek yerine konjonktürel realite içerisinde “Hizmet” yahut “Gönüllüler Birliği” demeyi, Kur’an kursu, medreseler yerine modern eğitim veren kurumlar açmayı tercih etmişlerdir.
Devrin şartları içerisinde anlaşılır bir şeydi bu. Dışarıya yönelik seküler bir dil içeriye yönelik de din dili kullanılmıştır.
Bu meyanda rengi ne olursa olsun, kendilerine ne kadar katı davranırsa davransın siyasi iktidarlara karşı son derece nazik ve saygı ifade eden bir üslûp, onu meşru gören bir dil kullanmaya da dikkat etmişlerdir. Buna askerî darbeler de dahil.
Son yaşanan olaylarla bunun terk edildiğini görüyoruz. Siyasi iktidara karşı sert bir muhalefet yürütülmekte bir beis görülmemekte artık. Siyasi iktidarın sosyolojik olarak çok yakın ve hatta iç içe geçmiş tabanına rağmen bu böyle.
Bu arada dinî literatürün kavramları birleştirmek yerine ayrıştırmak, ötekileştirmek üzere kullanılmaktadır; Karun, Bel’am, Sâmiri, Kerbela gibi..
Her biri mü’min şuurunda hak karşıtı ve zulmün en karanlık dehlizlerini ifade eden bu tarz kavramlar üzerinden “Dershaneleri Müdafaa Cihadı” başlatılmakta, dünyevî alana dair talepler din dili vasıtasıyla muhatabını din dışına itmektedir.
Bu zeminde “dershaneler” kutsallaştırılarak “Kutsalıma dokunma!” deniyor. Özünde modern seküler bilimsel verileri öğreten dershaneler başlatılan kavgayı müdafaa adına kutsallaştırılıyor. Bunlar yapılırken bağlamının dışında tavzif edilen dinî literatürün muhtevası da boşaltılıyor.
Cemaatin kimi kanaat önderleri Kerbela üzerinden mesajlar vermekle kimi kimin yerine koymaktalar? Kim Hüseyin, kim Yezid meselâ. Din dili üzerinden Müslümanlar arasında körüklenen bu çatışma son derece tehlikelidir.
Cumhuriyet Türkiyesinde siyasette din dilini, bu dilin metaforik çağrışımlarını kullanarak muhalifine mesajlar göndermek yeni bir evreye girdiğimizi gösterir. İnsanlar buna da alışacaklar. Ama dikkat, bu çok tehlikelidir...
Ben buna Pakistan’da dinî cemaatlerin, İslâmî partilerin birbirleriyle mücadelesinde şahitlik etmiştim.
Rus ortak düşmanını bertaraf ettikten sonra cihad liderlerinin birbirleriyle savaşmaları ve bunun acı ve tamir edilemez sonuçlarını da biliyoruz.
Ruslar 1992’de Afganistan’da büyük bir hezimete uğrayarak geri çekilmiş, Şah Mesut askerleriyle Kabil’e girmişti. Hizbul İslâmî Hikmetyar grubu da Kabil’i kuşatmış Şah Mesut’tan şehri teslim etmesini istiyordu.
Bütün İslâm dünyası bunların anlaşmasını beklerken Hikmetyar grubu o güne kadar bir füzenin dahi düşmediği Kabil’i füzelerle vurmaya başlamıştı. Hâlbuki hiçbir mücahid hizbinin elinde füze yoktu. Gerisi malum...
Yıllar sonra El Cezire kanalında Hikmetyar’la yapılan bir mülâkatta ona bu sorulduğunda; “Görüşmeler devam ederken ne olduğunu anlamadan kendimizi bir iç savaşın içinde bulduk. Savaş bize dayatıldı” diye cevap verecekti.
Cihad hizipleri iktidar savaşlarına Kur’an ve Sünnet nasslarını, dinî literatürü lojistik destek yapmışlardı. Sonuç ortada; Müslümanlar kaybetti, kazanan ise küresel emperyalizm oldu.
Din dili birleştirdiği kadar böler de. Tarih tecrübemiz bunun acı örnekleriyle doludur. Dinî hassasiyeti yüksek kitleleri din dili üzerinden pragmatist, dünyevî ve politik tavırlar uğruna birbirine kışkırtmak tek kelimeyle vebaldir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.