Toplu öfkenin anatomisi
Öfke, haksız ve yersiz yere gazaba kapılmak ve neticede bu hale yenik düşmek, demektir. Ne ki öfke, sebep değil bir sonuçtur. Bu açıdan da, öfkeden önce öfkeyi oluşturan ve besleyen unsurlara dikkat edilmelidir. Bu unsurları iç ve dış olmak üzere iki ana kategoriye ayırmak mümkün. Lakin dış unsurlar, hem değişken hem sayısız hem de bahane kabilinden şeyler olduğundan somut veriler dışında onlardan bahsetmek anlamsız. Bu sebeple, biz, bugünkü yazımızda, öfke atraksiyonlu olumsuzluklarla dolu günlerin/ gündemin de hatırlatmasıyla sadece iç unsurlara, onlardan da birkaçına dikkat çekmiş olacağız. Konuyu kişiler özelinde değil, özellikler genelinde tahlile çalışacağız.
Bu unsurlardan birisi kibirdir. İnsanın kendini başkalarından büyük görmesi (kibir), ciddi bir ahlaki çöküntüdür. Çünkü, bir kimsenin bir başkasından üstün olması, fıtrat kuralları uyarınca imkansızdır. Bütün insanlar Adem’den, Adem ise topraktandır. Renk, dil, soy, şekil gibi durumlar ise Cenab-ı Hakk’ın takdiri ile gerçekleşen hallerdir; yani insanın bu gibi konularda artı ya da eksi hiçbir müdahalesi söz konusu değildir. Ayrıca, her insana verilen ödünç verilmiştir. İnsan, mevcut varlığının gerçek sahibi değildir. Ödünç almak ise sadece sorumluluğu yönüyle önemlidir; ona başka türlü önem atfetmek sadece bir aldanmışlıktır. İnsan, kendisine verilmiş her nimet karşısında, bir gün o nimetlerden hesaba çekileceğini düşünerek, sorumluluk bilinciyle hareket etmek zorundadır. Gençlik, güzellik, sıhhat, afiyet, ömür, akıl, zeka, hafıza, ilim, makam, mevki, zenginlik hep böylesi nimetlerdir. Şükre eda edilmişse ne ala, yoksa cümlesi başa beladır.
Kibir, yanında hiçbir güzelliği barındırmayan manevi bir illet, psikolojik bir hastalıktır. Kibrin olumsuzlukları sadece bireyi değil, kişinin konumuna göre aileyi, toplumu hatta bazen bütün bir milleti, bütün bir insanlığı etkiler.
Kibrin çaresi, kişide tevhit bilincinin geliştirilmesidir. İnsan, sonsuz gücün, sonsuz tasarrufun her şeyin yaratıcısı yüce Allah’a ait olduğunu öğrendikçe, bildikçe ve bildiğini içselleştirdikçe, benliğin yanılgılarından beslenen kibri kurutur, yok eder. Allah’tan başka ilah yoktur, anlamına gelen kelime-i tevhidin tefekkür ile tekrarı, benliği istikamete çektikçe, kibir tutunacak dal bulamaz ve kendiliğinden hakikate teslim olur. Kibre gerekçe her şey benlikten geçer. Benlik salim hale gelince, kibrin gerekçelerini tasdik etmez olur. Böylece de kibir en önemli ve biricik destekçisini kaybeder; bu kayıp aslında insanın kendini idrakte kazancı olur. Kibir, tevazu zeminine düşerek yeniden şekillenir; faydalı bir vakar halini alır.
Diğer bir unsur ise gururdur. Gurur, kendini aldatmak anlamına gelen ruhi bir maraz ve ahlaki bir çöküntüdür. Öleceğini bildiği halde hiç ölmeyecek gibi hesaplar yapan; gençliğinin, güzelliğinin, gücünün geçici olduğunu bildiği halde hiç birinin kendisini terk etmeyeceğini sanan; dünyevi birlikteliklerin kabir kapısına kadar süreceğini, servetin, makamın bundan sonrası için hiç bir fayda vermeyeceğini yüzlerce defa gördüğü halde aksi aldanmalara dalan; ve de bütün bu yanlış tutumlarından zevk duyan, haz alan kişi, aldanmış insandır, gururlu insandır.
Gururlu insanın uyarılması oldukça zordur; çünkü o zarara bilerek razıdır. Bu derdin en geçerli çaresi rabıta-ı mevt denilen ölümü sıkça anmak, sıkça hatırlamaktır. Dünya hayatının geçiciliğini, maddi hazların, zevklerin zeval damgalı elemli sonuçlarını insana en iyi öğreten ölüm gerçeğidir.
Üçüncü unsur ise kendini beğenmişlik anlamına gelen “ucb”tur. Oda yine ahlaki çöküntülerden bir başkasıdır. Bu tür insanlar, kendilerinden başka hiç kimseyi beğenmemek gibi bir illete tutulmuşlardır. Kendilerine aşıktırlar. Hariçten gelen her türlü değer ya da uyarıya, ancak kendilerini beğenme noktasında açıktırlar. Kendilerini bütün güzelliklerin odağında görürler. Onlara bu telkini yapan nefs-i emareleridir. Dolayısıyla bunların çok ciddi bir nefis terbiyesinden geçmeleri gerekir.
Dördüncü bir unsur da gösteriş ve riyadır. Yapılan işin zati değerinden çok, başkalarının onları görmesini, beğenmesini ve takdir etmesini öne çıkaran her türlü dürtü riya kategorisine dahildir. Bunlar başkalarına yardım ederler; fakat dertleri kendilerine cömert dedirtmektir. Savaşa katılır, canlarından bile olurlar; fakat maksatları cesur olduklarını ispattır. Kendilerini nafile ibadetlere salarlar, namaz kılarlar, oruç tutarlar; fakat esas dertleri öyle anılmaktan ibarettir.
Böylesi zorlu bir hastalıktan kurtulmanın yolu ise, ihlası kazanmak, imandan gelen telkinlerle kendisini Cenab-ı Hakkın huzurunda hissetmeye çalışmak; ve O’nun huzurunda başkalarına meyletmenin lüzumsuzluğunu ve edep dışı bir davranış olduğunu düşünmek ve davranışlarını sürekli bunlar ve benzeri kriterlere tabi tutarak yaşamaktır.
Söz konusu etmek istediğimiz beşinci unsur ise hasettir. Haset, bir başkasına verilmiş değeri çekememek, o değerin kendisinde olmasını şiddetle istemektir. Bu huy insanı içten içe çürümeye götürür. Başkasının malından, mülkünden, makamından, huzurundan, mutluluğundan hatta hiç kıskanılmaması gereken manevi değerlerinden rahatsız olur; bütün bunların olmamasını talep eder. Kadere küser, kaderi tenkide başlar. Bu arada, kendi iyi davranışlarının sonuçlarını da yakar, mahveder. Cenab-ı Hak cümlemizi her türlü manevi hastalıktan ve bunların olumsuz sonuçlarından korusun, muhafaza buyursun. Ve bizleri kendisinin ve Habib’inin hakemliğinden razı olan kullarından eylesin. Amin.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.