Asimetrik savaş ve Gülen’in iadesi
Asimetrik savaş, bir ülkenin devlet erklerini, etkili kurum ve kuruluşlarını kullanarak, o ülkeyi içten çökertmek, teslim almak, uysal hale getirmek adına yürütülen savaş demektir. Bu bağlamda, her türlü savaşta olduğu gibi söz konusu savaşta da gizli-açık müttefikler ve bu müttefiklerin karşısında da düşman sayılan unsurlar vardır. Günümüzde küresel ölçekte sürdürülmek istenen asimetrik savaşın müttefikleri ABD-İsrail-İngiltere’dir. Düşman unsurlar ise, bütün İslam ülkeleri ve işin başlangıcı itibariyle de Ortadoğu ülkeleridir.
Üçlü ittifak, Yeni Ortadoğu Projesini hayata geçirmek üzere çoktan harekete geçmiş bulunuyor. Arap baharının spontane bir olaylar dizisi olmadığı artık herkesin malumu. ABD eski Dışişleri Bakanı Rice’nin 2003 yılında söylediklerini hatırlarsak Ortadoğu’da 22 ülkenin haritasını ve rejimini değiştirmek üzere hazırlanan strateji uygulamaya konuldu. Her ülke, bir önceki ülkede yaşananları görmenin şokuyla mefluç, sıranın kendisine gelmesini bekliyor.
“Gerekli sancı, doğum sancısı” gibi jelatin kavramlarla sarmalanmış ve toplumlara kalıcı yıkımlar yaşatan olayların, “yapıcı kaos” adı verilen çeşitli atraksiyonlarla beslenmesi; ardından en hunhar katliamların ve en korkunç yok etmelerin “yaratıcı imha” adıyla devreye girmesi; ve bütün yapılan zalimliklerin vekalet yoluyla yapılması gibi açık belgeler de gösteriyor ki, olanların hiç birisi kendiliğinden oluşan ve gelişen olaylar değildir; tam aksine bir üst aklın mekanize çalışmalarının somut sonuçlarıdır.
Kendilerine vekalet verilenler ise, bazen Taliban, el-Kaide, IŞİD benzeri silahlı örgütler, bazen de öncesinde devlet erklerini ele geçirmiş, toplumda psikolojik yaptırım gücü bulunan paralel yapılardır. Türkiye’de denenen bu ikincisidir.
Sanırım 1999 senesiydi. Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı, Rusya’ya bir gezi düzenlemiş, vakfın eski başkanı olarak benim de iştirakimi talep etmişler, ben de kendilerine olumlu cevap vermiştim. Ertesi gün yola çıkılacaktı. Öğle vakitlerinde telefonum çaldı. Arayan, Gülen’i ziyaretten yeni geldiğini bildiğim ve Hizmette en önlerde olan bir arkadaştı. Biraz sohbetten sonra, Rusya gezisine katılıp katılmayacağımı sordu. Katılacağımı söyleyince de “sakın gitme” dedi. Ben söz verdiğimi, vizelerin alındığını, yarın yola çıkılacağını söyledimse de o ısrarla aynı sözü tekrarladı durdu. Sebebini de telefonda söyleyemeyeceğini ifade etti; ertesi gün buluşmak üzere anlaştık ve telefonu kapattım. Dönemin vakıf başkanını arayarak durumu kendisine intikal ettirdim. Onlar ertesi gün Rusya’ya uçtular, ben de arkadaşla buluştum.
Konu şuymuş: Arkadaş, Amerika’dan dönerken Londra’ya uğramış. Orada bulunan dostları aracılığı ile, Lordlar Kamarası’ndan birisiyle tanıştırılmış. O da kendisine Rusya ile mesafeli durulmasını önermiş. Arkadaş da bu öneriden kendisine vazife çıkarmış; ilk teşebbüs olarak da benim Rusya’ya gitmemi engellemiş.
Bu olaydan sonra, dış tesirlere bu kadar açık bir yapının kendi değerleriyle ayakta kalması imkansızdır, dedim, cemaate aidiyetimi sürdürmekle birlikte, teşkilat yapısına ait görevimden ayrıldım. Yaşanan süreçte içten yaptığım tedrici gözlemler yanılmadığımı kanıtladı; cemaat derin güçler tarafından kuşatıldı.
Ne ki ben, Gülen’i 17 ve 25 Aralık darbe girişimlerini açıktan sahipleninceye dek, kuşatılmış yapıdan ayrı tuttum. Fakat, maalesef gerçeğin öyle olmadığını onun darbeyi sahiplenişiyle anlamış olduk; Gülen de dahil cemaatin inisiyatifini elinde tutanlar, Üçlü İttifak tarafından paralel yapıya entegre edilmiş durumdalar.
Meseleye bu zaviyeden bakıldığında, Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın, NATO zirvesinde görüştüğü ABD Başkanı Obama’dan Gülen’in iadesini talep etmesini şu şekilde değerlendirmemiz mümkün görülmektedir:
Bu talep, stratejik öneme sahip isabetli bir diplomatik hamledir; yerinde ve zamanında yapılmıştır. Paralel yapıyı ekonomik ve psikolojik bozguna uğratacağında da kuşku yok. Başka ülkelerde de, cemaat adına negatif gelişmeleri, pejoratif değerlendirmeleri tetikleyeceği kesindir. Ayrıca, Gülen’in bugüne kadar uyguladığı saldırıyı savunmaya önceleyen inisiyatif politikası -ki onun herkese dava açması söz konusu politikadan kaynaklanmaktadır- bu hamleyle birlikte derin yara almış, kendisini sürekli savunmaya kilitlemiştir. Bu da Gülen’in inisiyatifi kaybetmesi ve yenik düşmesi demektir.
Fakat, pratikte Gülen’in iadesi ya da Amerika’dan sınır dışı edilmesi gibi bir sonucu beklemek en azından kısa vadede erken bir bekleyiş olur. Üçlü İttifak, Yeni Ortadoğu Projesinden, Hilafet Projesinden ve Asimetrik Savaşla elde etmek istediği gizli-açık diğer heveslerinden vazgeçmedikçe Gülen’in iadesi ya da sınır dışı edilmesi söz konusu olmaz diye düşünüyorum. Özellikle de Türkiye-İsrail arasındaki politik ilişkiler normale dönmedikçe. Bu tür normalleşme içinse İsrail’in politik anlamda imana gelmesi gerekiyor..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.