AK Parti'nin "adaleti"
14 Ağustos günü Ak Parti'nin kuruluşunun 7. yıldönümüydü, ama hiçbir kutlama veya vurgulu hatırlatma olmadığı için bu yıldönümü geçiştirilmiş gibi oldu. Bir siyasi parti olarak iktidardaki iddialı etkinliklerini halka anlatmak için vesile araması beklenirken, yerel seçimler arefesinde bu kadar rutin bir olayı bile değerlendirmeyen tok bir duruşu tercih etmiş parti yönetimi.
Türkiye'de partilerin kapanmasının kapatanlar açısından ne kadar beyhude bir tedbir olduğunun en iyi örneğidir AK Parti. Partinin resmi söylemi ne kadar yeni bir parti olduğunu iddia etse de sosyolojik kökleri elli yıl öncesine kadar götürülebilen bir siyasi bilince ve kültüre dayanıyor bu partinin.
28 Şubat sürecinde arka arkaya kapatılan iki partinin ardından kuruldu ve kapatmacıların beklentileri ne idiyse korkularını başlarına getirdi. Korkuları kapattıkları siyasi partinin, kapatmadıkları takdirde, tek başına iktidara gelme ihtimaliydi. O ihtimal tam da kapatmaları sayesinde başa gelen bir gerçeğe dönüştü.
Sosyolojik zeminleri olan siyasi oluşumları partileri kapatarak yok etmek imkânsızdır. Denilebilir ki, hatta denilmektedir ki, "fena mı olmuştur?" Kapatılan partilerden aldığı derslerin de bir ürünü olmuştur AK Parti ve bu sayede daha gerçekçi ve pratikte de daha başarılı bir siyasal çizgiye ulaşmıştır. Yanlış bir tespit sayılmaz bu, ama kesinlikle bunun sevabı parti kapatanların hanesine yazılacak değil aksine partiyi bütün tabanı ve sosyolojik zeminiyle birlikte tamamen tüketmek, etkisiz hale getirmekti. Bu niyete maruz kalanlar bu niyeti etkisiz ve geçersiz hale getirecek siyasi açılımlarda ve içtihatlarda bulundukları içindir ki parti kapatmak istenen amacına ulaşmadı.
Ak Parti'nin İslamcı bir kimliği münhasıran sahiplenen bir parti olmaktan ısrarla kaçınması Türkiye şartlarında İslam'ın yararına düşünülmüş en gerçekçi ve en uygun siyaset oldu. Türkiye'de bir parti söylemi olarak İslamcılığın din-içi bir siyasal hariciliğe dönüşme riski azımsanamaz. Bu riskin simetrik boyutlarını anlayabilmek için resmi söylem (Kemalizm, cumhuriyetçilik, laikçilik) adına yürütülen hariciliğin toplumda nasıl bir bölünme yaratabildiğine bakılabilir.
Diğer yandan tam da kalkınmanın getirdiği sosyal ve kültürel değişime bir tepki olarak ortaya çıkmış olan ve bir ölçüde de kolaylıkla "terakkiye mani" bir "irtica" olarak yaftalanabilen muhafazakârlığı kalkınma ile içi boş bir söylemin ötesinde uzlaştırabilmek kolay değil. AB yolundaki ilerleyişinden, ulaşım, sağlık, eğitim, tarım, sanayi, ticaret ve bir çok alandaki ekonomik ve toplumsal kalkınma göstergelerine kadar, AK Parti iktidarının ismiyle müsemma bir parti olduğunu gösterdiği çok açık. Türkiye AK Parti'nin iktidara geldiği altı yıl öncesine nazaran bütün bu alanlarda ciddi bir kalkınma kaydetmiş durumda. Bu esnada Ak Partinin tanımı bir türlü belirlenemeyen muhafazakârlığının bu kalkınmadaki terakkiye mani olmadığı yeterince görülmüştür.
Ancak Ak Parti kimliğinin diğer güçlü vurgusu olan "adalet" konusunda işler iyice karışık durumda. Kalkınmada kaydedilen başarının adalet konusunda paralel bir gelişme kaydettiği söylenemez. Bunda kuşkusuz adaletin yargı kurumlarının bağımsızlığıyla ilgili olmasının büyük bayı olduğu açıktır. AK Parti bir adalet atağı yapmak bir yana kendisi Türkiye'deki bozuk adalet düzeninin kurbanı oluyordu az daha. Aynı adalet düzeni ile AK Parti kurulduğu saatten bu yana sürekli sorunlu.
Oysa Prof. ümit Cizre'nin geçtiğimiz haftalarda burada zikrettiğimiz kitabının (Türkiye'de Laik ve İslami Siyaset: AKP'nin Ortaya çıkışı, Routledge, Londra, 2008) içinde yer alan makalesinde Sakarya üniversitesi'nden Doç. Burhanettin Duran'ın da kaydettiği gibi AK Parti'nin muhafazakâr kimliğiyle, onun İslami anlam dünyasıyla en iyi köprüsünün kurulabildiği kavram "adalet" kavramıdır. Adalet kavramı Ak Parti'nin özgün bir kimlik iddiasını kanıtlayabileceği son derece geniş bir siyaset alanını işaret ediyor. Kalkınma konusunda sergilediği performansın sadece bir kısmını da adalet alanında sergilemekte ısrar ettiğinde şimdiye kadar yaptıkları çok daha anlamlı olacaktır.
Kuşkusuz adalet noktasında beklenen icraat sadece yargı alanı konusunda gerekli reformun yapılması değildir. Toplumun bütün unsurlarının birbirleriyle ilişkisini eşitlik ve adalet çerçevesinde, her türlü ayırımcılıktan koruyarak düzenleyebilecek bir anayasanın tesisi bu adalet kimliğinin kapsamında değerlendirilebilir.
Daha da önemlisi, partinin iktidardayken kaynakların tahsisi konusunda adaletten zulme sapmaması da bu saatten sonra en çok gözeteceği konulardan biri olmalı. Partinin ismini "AK" koymak kolay, bu aklığı hak etmek zordur. Adaletle müsemma olmak kolay ama bu ismin hakkını vermek zordur. Bu zorluğun üstüne gidebilecek cesaretten geri durmamak siyasetçiyi büyütür, yüceltir.
Ergenekon operasyonu ile de yine ismiyle müsemma bir adım olarak, Türkiye'nin kanayan bir "adalet" yarasına güçlü bir neşter vurulmuş olduğunu da takdir etmek gerek.
7. Kuruluş, 6. iktidar yılında kendi mensuplarının rüşvet iddialarının üzerine gitme biçimi de adalet iddiasını zedelemeyecek biçimde olmalı.