Pazarlık falan yok
Başbakan Erdoğan ile Dolmabahçe’deki toplantıya ilişkin notları aktarırken, Amerika’dan gelen mektup meselesinin bu hafta çok konuşulacağı değerlendirmesini yapmıştım. Önceki gün, görüşme notlarını yazıya dönüştürürken, mektup etrafında kopan fırtınadan habersizdim. Ben duyduğum ve öğrendiğim kadarını anlatmakla mükellefim. Dolayısıyla benim öğrendiğim bilgiler ve o bilgilerin analizini yaptığımızda ortaya çok açık bir pazarlık teklifi çıkıyor.. Bakın dün, bizzat bu ifadeyi kullanmaktan kaçınmış ve sadece “Fethullah Gülen’den gelen bir teklif ve mektup” demiştim.. Ama onursal başkanlığını Sayın Fethullah Gülen’in yaptığı Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı, o mektubu yayınladı dün. Hangi nedenle ya da hangi tezi çürütmek için yayınladıklarını bilmiyorum. Doğrusu ben mektubu okurken Başbakan’ın anlattıklarıyla örtüştüğünü hatta Başbakan’ın eksik anlattığını gördüm..
CEMAATÇİ KADROLAR
Mektupta; “masum vatan evladını sadece belli bir yere nispet ederek, tasfiyeye/kıyıma tâbi tutma konusunda, kendileri sussa bile maşeri vicdanın susmayacağını...”, “… kanunların belirlediği vazifeleri yine kanunlar çerçevesinde yerine getiren memurînin, sırf belli bir yere nispet edilerek tasfiyesini, daha doğrusu kıyımların yapılmasını üzüntüyle karşılıyorum...” deniyor...
Başbakan üstüne basa basa cemaatçi kadroların tasfiyesi diye bir şeyin söz konusu olmadığını, izleme, dinleme, şantaj kasetleri de yapan bir çetenin hedeflerinde olduğunu söylüyor oysa.. Fakat algı “cemaatçi kadroların tasfiyesi” Bu söz çok ürkütücü bir söz. Tasfiye edilirken “cemaatçi” olarak kategorize edilen memur için ben de bu defa, “istihdam edilirken de aynı saik mi gözetildi?” diye sorarım.. Sanıyorum işe alınırken nasıl ki “cemaatçi” oldukları için alınmadılarsa, iş değişikliğinde de bu kriter üzerinden hareket ediliyor olamaz..
PAZARLIK
Israrla ve bence de gereksiz bir ısrarla mektubun pazarlık içermediğini vurguluyor belli çevreler.. “.. Bununla birlikte, sohbetlerinde tansiyonun düşürülmesi adına dost, muhip ve sevenlerine itidal tavsiye edeceğini; özellikle bir kesim medya kuruluşlarında kara propaganda sayılabilecek yayınların sona ermesini arzuladığını; bu konuda kendisinin elinden geleni yapacağını....” ifadesini Zaman Gazetesi’nde okudum.. Bu sevenleriyle yapacağı görüşmede vereceği tavsiyeler, bizzat devreye gireceği anlamına gelmez mi? Bu bir “sen bir adım, ben bir adım” pazarlığı değil de nedir?.
PEKİ BU NEDİR?
Mektubu açıkladılar da öğrendik. Meğer şöyle bir ifade varmış; ‘’.. Ayrımcılık ve meşrepçilik gibi hatalı düşünce ve çirkin işlerin önü alınmazsa yarın Aziz Mahmud Hüdai Hazretleri muhiblerinin, Süleyman Efendi’nin talebelerinin, İlim Yayma Cemiyeti’nin, Menzil mensuplarının ve diğer meşreplerin/mesleklerin de aynı muameleye maruz kalacaklarını....’’ Hoppala.. Neden şimdi bu cemaatlerin ismi anıldı ortada hiçbir şey yokken?. Ya da neden sadece bu cemaatlerin? Bir melanet gelecekse herkesin başına gelebilir. Neden sadece Süleymancıların başına gelsin ki?.
TAKVİM ÖNEMLİ
Deniyor ki bu mektup, 21 Aralık tarihinde kaleme alınmış. Ve hükümet; (bizzat Başbakan’ın görmesini istiyorum notu olmasına rağmen) mektubun gereğini yerine getirmemiş.. Öyle mi acaba? Peki bana ABD’yi yakından takip edenler, mektup ile beddua arasında kaç saat fark olduğunu söyleyebilir mi? Peki mektupla, Bilal Erdoğan’a ifade daveti çıkarma arasında kaç gün var? Siz bir yandan “itidal” çağrısı yapacağınızı söylerken “evlerine ateşler düşsün” diyeceksiniz, birileri Başbakan’ın oğlunu gece yatağından almak için operasyon yapacak, sonra soracaksınız; “neden dikkate alınmadı bu mektup?”..
PAZARLIK BİTTİ
Mektupta yer alan ifadelerden biri de medya üzerinden süren bombardımanın sona erdirilmesi çağrısı.. Kimin buna gücü yetiyorsa yapsın. Taraf Gazetesi’ni, Bugün Gazetesi’ni ya da Today’s Zaman’I durdurabilecek kudretiniz varsa bu aynı zamanda başlatanın da siz olduğunuz gibi bir algıyı doğurur ki, bunun doğru olmadığına inanıyoruz biz. Kimi savcıların da, kimi polislerin de, kimi gazetecilerin de Gülen ve Cemaat’ten bağımsız olduğunu söylüyordunuz ya. O bakımdan. Bir hatırlatma yapmama izin verin. Gezi Kalkışması sırasında Başbakan’a “diktatör” diyen yazarların taltif edildiği bir ortam vardı. Aynı yazarlarla girildi dershane sürecine de 17 Aralık Komplosu sürecine de. Birbirimizi üzmeyelim. Pazarlık falan yok. Kalın sağlıcakla..
NOT : Basın çalışanları, kaybettikleri hakları geri alabilmenin umudunu taşırken; birer-ikişer mevcut haklarından da oluyorlar. Son olarak İETT ve Özel Halk Otobüslerinden faydalanma hakkına sınırlama getirilmiş. Genel Yayın Müdürleri ve patronlar için fark etmez ama basın emekçileri için çok önemli olan, bir kazanımdan çok gereklilik sayılabilecek uygulamadan geri adım atılacağını umuyorum.