Serdar Demirel

Serdar Demirel

Takiyye, karaktere dönüşürse..

Takiyye, karaktere dönüşürse..

Yukarıdaki başlığı taşıyan bir yazıyı 4 Temmuz 2010 tarihli Vakit gazetesinde yayımlamıştım. O yazıda, Pakistan’da İslâmî ilimlerde otorite kabul edilen merhum Hocam Allâme Abdullah Kâkâhîl’e yöneltmiş olduğum bir soruyu ve onun cevabını paylaşmıştım. 

Bugün Cemaat eksenli yaşananlara ışık düşürdüğü, bazı “neden ve niçin”lere cevap verdiği için o yazıdan geniş bir bölümü paylaşmak istiyorum.

Hoca’yı evinde ziyaret ettiğim bir günde söz Türkiye’den açılmıştı. Kendisine Türkiye’de bir Cemaat’in fıkhın sınırlarını da aşarak geniş şekilde uygulamakta olduğu “takiyye” fıkhına dair soru sorma fırsatı doğmuştu. Ama önce bir girizgâh yapmalıydım. Velhâsıl ona özetle şunları söylemiştim:

Efendim, Türkiye’de dindar insanlar katı laik uygulamalar yüzünden devletin hassas gördüğü kurumlarda görev yapamıyorlar. Namaz kılmak, tesettürlü eşe sahip olmak gibi Müslüman olmanın gereği ameller, “Kırmızı Kitap”da bir suç unsuru kabul edildiğinden, buralarda dindarların barınma imkânı pek yok. 

Dindarlar, devletin hassas saydığı bu tür kurumlarda, Anayasa hükmüne rağmen, ayrımcılığa tabi tutulmakta, bazen de yıllarca emek verip çalıştıkları bu kurumlardan yüz kızartıcı bir suç işlemişler gibi atılmaktalar. Bu durum da, bu kurumların belli ideolojik çevrelerin hakimiyeti altına girmesinin önünü açmaktadır.

Bazı kanaat önderlerinin bunun önüne geçmek üzere takiyye fıkhının imkânlarına sığınarak bu tür kurumlarda çalışan dindarlara gerekirse namaz kılmadan, evlenmeden, evlenmek icab ederse dine saygılı başı açık hanımlarla evlenerek dindarlıklarını gizlemeleri gerektiğini telkin ettiklerini duyduğumu söylemiş, sonra da sormuştum: 

“İslâm, bu şartlarda ve bu niyetle takiyye yapmaya izin verir mi?” Cevap vermekten kaçındı önce. Israrım üzerine, “Hayır, vermez” demişti. Sonra da meâlen şu izahı yapmıştı:

Takiyye, büyük bir belâyı defetmek üzere ânlık ya da kısa süreliğine cevaz verilmiş bir ruhsattır. Bunun şartları ve sınırları da fıkıh kitaplarında çizilmiştir. Takiyyenin amacı sürekli olması gereken İslâmî yaşantıyı ânlık ya da kısa süreli gizlenmeyle korumaktır. Ama eğer takiyye, kalıcı olması gereken İslâmî yaşam tarzını korumayı sağlayamıyor, aksine kendisi bir yaşam tarzına dönüşüyorsa, caiz olmaz. 

Çünkü, takiyye hâlini yaşam tarzına dönüştürmüş insanlar sinik olur, şahsiyet bunalımına düşer. Takiyye zaman süreci içerisinde bunlarda bir karaktere evrilir.

Namaz kılmayan kişi namaz kılmamaya alışır ve iç dünyasında namaz kılmamayı normalleştirir. Takiyye niyetiyle başörtüsünü çıkaran hanım ilk etapta manevî acılar yaşasa da, zor şartlara adapte yeteneği yüksek olan her insan gibi bu hâle de alışır, zamanla başörtüsüz bir hayatı içselleştirir, demişti. 

Ağustos, 1999 yılında ilim semâmızdan kayan üstadımızın dile getirdiği o korku bugün Cemaat-Hükümet arasında yaşananların ışığında çok daha anlaşılır oldu... 

Takiyye Müslüman gibi gözükmemek, İslâm’ın gereğine göre yaşamamak manasına geldiği gibi öteki gibi yaşamak, mücadele ettiği Ergenekonvâri yapıların reflekslerini benimsemek anlamına da gelebilir. Bu psikolojiyi içselleştirmiş insanlardeğiştirmek üzere yola çıktıkları sisteme nihâyetinde öykünebilir, onların kullandıkları yöntemleri kullanabilirler. Muhalif olduğu rejimin yahut çetelerin problem çözme yöntemlerini tevârüs edebilirler. 

Bu da bana Hz. Peygamber’in (sas) “Men teşebbehe bi kavmin fe huve minhum / Her kim bir kavme benzerse onlardandır” (Ebu Davut: 4/44. hn. 4031) sözünü hatırlatıyor. Çünkü zihin zihne benzedikçe yöntem de yönteme benzer, zihniyet ikizini doğurur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Serdar Demirel Arşivi