ABD İle Nikahınız Hayırlı Olsun!
Meşhur hikâyedir anlatılır, bir de bizden dinleyin lütfen:
Adam, bir lokantanın önünden geçerken bir tabela görmüş, orada şunlar yazılı imiş:
- Yiyiniz, içiniz, ücret ödemeyin hesabı torununuz ödesin!
Adam sevinmiş, ne güzel istediğini yiyecek ve beş kuruş da ödemeyecek. Dediklerini yapmış, bir güzel karnını doyurmuş ve çıkarken kasanın önünde durdurmuşlar:
- Hesap lütfen.
- Hani hesap yoktu, bedava idi.
- Tabii bedava demişler, sizin ödeyeceğiniz yediklerinizin parası değil, dedenizin yediklerinin parası.
Adam ıkına sıkına dedesinin yediklerini ödemiş.
Efendim, uluslararası ilişkilerde de böyle oluyor galiba. Önünüze bir hesap koyuyorlar, “Dedelerinizin yedikleri haydi ödeyin” diyorlar.
Cumhuriyet döneminden bize intikal eden böyle sayısız örnekle karşılaşmak doğrusu bizi üzüyor. Bugünkü iktidar bu yanlış ödeme planını düzene sokmak adına adımlar atıyor. Mesela IMF’ye tüm borçlarımızı ödeyerek onlar karşısında boynu bükük ve önüne konulan her ödeme planına evet demek zorunda kalan bir Türkiye’den “hayır diyebilen”, itiraz edebilen, “hayır bu alışveriş bizim işimize gelmiyor. Ben bu antlaşmayı imzalamıyorum, şöyle şöyle olursa belki imzalarım” diyebilen bir Türkiye’nin inşasına kim itiraz edebilir ki derken bakıyoruz kendilerine sosyal demokrat diyenler, ulusalcıyız diyenler, anti-Amerikancıyız diyenler, İslâm’ı 21. asrın idrakine söyleteceğiz diyenler, velhasılı birbiri ile aynı kapta kaynaması normal şartlarla mümkün olmayan bir dolu ülke katmanı yüzde yüz destek olmaları gereken bir iktidarın altına dinamit döşemekte ortak bir çalışma içine girivermişler. Akıl alır gibi değil. Bugün memleketini seven herkesin, her fikir akımının mutlaka “Bir tuğla da biz koyalım” diyecekleri bir yapıyı yıkmak için yarıştalar. Son günlerde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a karşı yürütülen savaşın son Osmanlı padişahlarından II. Abdülhamid’e karşı yürütülen savaşın aynı uluslararası mahfiller tarafından yürütüldüğü, küresel bir menfaat savaşının bariz örnekleri olduğunu akıl sahiplerinin bilmemesi mümkün değil. O gün imparatorluğun parçalanması için elbirliği ile bir ihanet şebekesi kuran meclisteki Rum, Yahudi ve Ermeni vekillere karşı meclisi feshetmek zorunda kalan II. Abdülhamid’e uzun yıllar “diktatör ve Kızıl Sultan” yaftasını yapıştıranlar, bugün de adı Hasan, Hüseyin, Ahmet, Mehmet olanlar eliyle Erdoğan’a “diktatör” demek durumundalar. Zira esas düşünce ABD’nin, Avrupa ülkelerinin ve İsrail’in menfaatlerini koruyacak, kollayacak bir şemsiyeyi oluşturmaktır. Bunun için en iyi yolların ne olduğunu bu küresel aktörler çok iyi bilirler. Zira onlar uzun asırlar boyu yaptıkları sömürgecilikle ülkeler nasıl sömürülür, halklar nasıl soyulup soğana çevrilir, kendilerine takoz olan yönetimler nasıl devrilir, meleke kesbetmişlerdir.
Bu hususta garantili diyebilecekleri reçeteleri vardır. Mesela Türkiye için her zaman “irtica” denilen bir tehlike vardır ki ne zaman ısıtsanız ona müşteri bulmak mümkündür. En son 28 Şubat döneminde aynı yaygara koparılarak işlerine gelmeyen Erbakan iktidardan indirilmiş ve kamuoyu da yine ellerindeki medya gücü ile inandırılmıştır.
Ey ahali, duyduk duymadık demeyiniz. İrtica yakında hortlayacak ve her birinizin özel hayatı tehdit altında olacaktır. İstediğiniz gibi yiyemeyecek, içemeyecek ve giyinemeyeceksiniz.
Bu korku sürekli canlı tutulduğu zaman Batının işine gelmeyen bir iktidar veba mikrobu gibi gösterilerek kamuoyunda itibarsızlaştırılmakta ve iktidardan uzaklaştırılmaları pek kolay olmaktadır. Bu işi yaparken son noktayı koyan yerli aktörler de çoğu defa o ülkenin silahlı kuvvetleridir. Bugün ABD’nin sömürü listesinde olan pek çok üçüncü dünya ülkesinin subayları meslek hayatları içinde belli bir süre bu ülkede kalmakta görünüşte mesleki tecrübelerini artırmakta, ama aslında ABD’nin gücü kendisine en yakından gösterilerek efsunlanmakta ve ayrıca dolar bazında maaş verilerek gebe bırakılmaktadır. Karşılığında da onlar kendi ülkelerinde ABD ve İsrail’in menfaatlerinin tabii bir bekçisi olmayı insani bir vazife bilmektedir.
Ve gelecek nesiller hiç ummadıkları bir günde önlerine konulan hesapla irkilmektedir:
- Bu hesap sizin değil, dedenizin yediğidir, lütfen ödeyiniz!
Bu “lütfen” sözü anlayacağınız gibi “ister öde, ister ödeme” değil, “Borç namustur, elbette ödeyeceksin, yoksa...” tarzında bir tehdit kokmaktadır.
Buradan bakınca gelecek nesillere borç bırakmama telaşında olan bir Başbakana ve onun iktidarına her zamankinden daha fazla destek olmak boynumuzun borcu olsa gerek. Benim aklım ve vicdanım bunları söylüyor. Sizler yine de ABD’den dönen CHP liderine ve ondan önce Deniz Baykal’ın rüşvet ve hırsızlıktan partiden attığı Mustafa Sarıgül’e itibar ediyor ve onlara oy vermeyi düşünüyorsanız “hayırlı olsun” derim, ABD ile nikâhınız hayırlı olsun!