Ortak akla ve dayanışmaya muhtacız
17 Aralık operasyonu her ne kadar Hizmet-iktidar arası bir çatışma gibi gözükse de, bunun sadece fotoğrafın bir karesine tekabül ettiğini söyleyebiliriz. Taşlar yerine oturdukça, küresel ve bölgesel güçler eteklerindekini ortaya döktükçe fotoğrafın bütünü hakkında yorum yapmamız kolaylaşıyor. Ne demek istediğimizin daha iyi anlaşılması için 2002’lere kadar uzanalım.
Bu ülkede yargı, öteden beri askeri vesayet sisteminin, daha sert ifadeyle Kemalist seküler oligarşinin en temel dayanağı ve yaslandığı kurum olmuştur. Darbeci zihniyet için yargı, vazgeçilmez bir atış ve savunma poligonudur. Dolayısıyla devlet erki, halkın özgür iradesiyle iktidara gelen hükümetlerden güçlü olmuştur. Askeri darbelere baktığımızda yargının sürekli darbecilerin yanında yer aldığını görürüz. Oligarşik sınıf ne zaman darbe yapsa, yasal düzenlemelerle yargıyı biraz daha kendisine yaklaştırmış ve bu yolla yapmadıkları kıyım kalmamıştır. Darbelerin zemini, irtica, komünizm ve terör üzerinden oluşturulmuştur. Oligarşik sınıfın çıkarları her şeyin üstündedir. Kendileri için bir tehdit içermiyorsa ve menfaatlerine ters düşmeyecekse komünizm veya irticai bir sistemi getirmek de onların görevidir. Bu konuda sizin seçme ve irade beyan etme özgürlüğünüz yoktur. Şimdilerde hepimizin sıkça kullandığı “paralel devlet” kavramı; aslında öteden beri işletile gelen bir sistemdir. Askerle dirsek teması içerisinde olan yargı, halkın oylarıyla iktidara gelmiş hükümetler içerisinde paralel devlet görevini icra etmiştir. Yargısal darbeleri, parti kapatmaları hatırlayalım.. Milli Görüş hareketinin darbeci generaller tarafından partilerinin kapatılmasında da yargı gücünü görmekteyiz. Tayyip Beyin Ak Parti’si de 2008’de Anayasa Mahkemesi’nin kıskacından kıl payı kurtulmamış mıdır?
Vesayetçi sistemin can damarı olan yargıyı 2010 yılında “anayasa değişikliği referandumu” ile yeniden yapılandıran iktidar, Kemalist militarist oligarşinin can damarını kurutmuş oldu. Bu referandumda cemaatin büyük katkısı olmuştur. Hatta mezardakileri bile, güçleri olsa “evet” oyu kullanmaya çağıracaklardı. Hizmet hareketi, meğer yargı içerisinde yapılanmayı hedefliyormuş. Bürokrasi ve yargıyı ahtapot gibi saran ve buradan atış yapan cemaat, iktidarı zorda bırakmıştır.
Venedik kriterlerini ve Avrupa normlarını yargı üzerinde geçerli kılmaktan gururla bahseden Tayyip Bey referandum sonrası şöyle demişti: “12 Eylül referandumunda kazanan demokrasi, kaybeden vesayetçi anlayış oldu, darbeci anlayış oldu, değişime direnen anlayış oldu.”
2010 yılı anayasa değişikliği ile gerçekleştirilen yeni HSYK yapısı, Avrupa normlarına tamamen uygundur. Bu durum Venedik Komisyonu tarafından da teyit edilmiştir. Şimdi hükümete yönelik bürokratik ve yargısal darbeden dolayı, “hata yaptık” denilerek HSYK’nın yapısı yeniden dizayn edilmek istenmektedir. Yapılmalıdır da. Sen o yapıyı düzeltmezsen o yapı seni dize getirecektir. Hizmet hareketi, “bize nasıl olsa dokunmadı” diyerek 28 Şubat post modern darbecilerin hepsini tasfiye etti. Başbakanın siyasi danışmanı ve Ankara mebusu Yalçın Akdoğan, ‘Kendi ülkesinin milli ordusuna, milli istihbaratına, milli bankasına, milletin gönlünde yer edinen sivil iktidarına kumpas kuranların bu ülkenin hayrına bir iş yapmış olmayacağını çok iyi biliyoruz” dedi. Durumdan vazife çıkaran asker harekete geçti. Eski Kemalist seküler ideolojinin iflah olmaz hukukçuları, isimleri neredeyse unutulmaya yüz tutmuş zevatları hep birlikte vesayetçi sistemi yeniden hortlatmak için ellerini sıvadılar. Ergenekon ve Balyoz gibi davalardan tutuklu bulunanların yeniden yargılanmalarının yolunun açılması için üzerinde çalıştıkları formülle ilgili bilgi veren Metin Feyzioğlu, özel yetkili mahkemelerin kaldırılması ve Yargıtay’da bu mahkemeler tarafından verilen kararların görüşülmesinde hükmün bozulması ve yeniden yargılanma yolunun açılmasını istediklerini belirtti. İyi mi? Bendeniz Ak Parti’nin cemaatçi vesayetten kurtulmaya çalışırken militarist vesayete yeniden prim vereceğine inanmıyorum. Bu, kendi ayağına sıkmak ve birikimlerini tüketmek anlamına gelir.
Üzülerek belirtelim ki, çok tehlikeli bir cemaat cuntasıyla karşı karşıyayız. Cemaat cuntasının yapmış olduğu saray darbesi, 28 Şubat post modern darbesinden daha tehlikelidir. Artık beni Fethullah Hocaefendinin vaaz ve mektupları tatmin etmiyor. İnandırıcı ve samimi olmaktan çok uzak. Hizmet hareketinin tepe noktasında makyavelizm hakim. Eğer bu bir küresel operasyon ise, cemaatin bürokratik ve yargısal gücü tetikçi rolünü mü üstlenmiştir? Mesela ABD, Hizmet-İktidar savaşına nasıl, ne zaman ve ne şekilde müdahil olacak?
Müslümanı Müslümana kırdırma diye bir plan sahnedeyse, ki hükümet bunun bilincindedir, o takdirde daha tehlikeli bir senaryo ile karşı karşıyayız demektir. Camianın tüm yayınları ve birçok yazarı bu planın uygulayıcısı gibi çalışmaktadırlar. Cemaat eliyle Ak Parti çökertilirse (Hafazanallah), cemaat bu savaştan kendisinin yara almadan kurtulacağını mı zannediyor?
Türkiye’nin istikrarından, normalleşmesinden rahatsız olan ABD ve İsrail lobisinin Ak Parti’yi cemaat eliyle frenleyeceğine kim inanırdı?
Şimdi asıl can alıcı soruyu sorayım: Kendisini çoktan aşan bu küresel planın içerisinde cemaat isteyerek mi rol almıştır, yoksa istemeden mi?
Her iki durumda da bu kumpastan zararla çıkan camia olur. Yol henüz tükenmemişken, eğer camia ABD’nin zoruyla bu rolü üstlenmişse, arabulucu vasıtasıyla tüyo vermelidir. Değilse hainliği tescillenmiş olur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.