Faruk Köse

Faruk Köse

Operasyonun bilânçosu

Operasyonun bilânçosu

Ülke ve toplum olarak “süreç”lere alışığız, “süreç”lerle yaşıyoruz. Bir süreç biter bitmez diğeri başlıyor; lâkin çoğu kez, birbiriyle alâkası olmayan “eş zamanlı ve farklı süreçlerin kavşağı”nda çırpınıp duruyoruz. Şimdi yeni bir süreçle hemhâliz; “17 Aralık süreci...”

Halen içinde bulunduğumuz ve devam eden “17 Aralık Süreci”nin aslını-esasını gün gelecek, herkes görüp anlayacak. Tarihimizde bu süreç için ayrı bir bab açılacak, tarihçiler hayretle belgeleri, bilgileri sıralarken, okuyanlar ibret, şaşkınlık ve hayıflanmayla okuyacaklar.

Buna dair yüzde yüz sağlıklı bir kanaate ulaşmak için bir süre daha bekleyeceğiz. Sular durulunca, dipte neler olduğu zaten açıkça görülecek. Ancak, hâlihazırda neler kaldı elde, bunun “bilânço”suna da bir bakmak lâzım.

Nitekim AK Parti Ekonomi İşleri Başkanlığı bakmış ve 17 Aralık Sürecinin ekonomideki etkilerine dair bir rapor hazırlamış. “17 Aralık Operasyonu’nun Türkiye’ye Maliyeti” başlıklı rapora göre durum hiç de iç açıcı değil.

Dolar fırlamış. Faizler yükselmiş. Borçlanma maliyeti artmış. Borsa yatırımcısı kaybetmiş. Ülkenin risk primi yükselmiş; bu yüzden kamu ve özel sektör daha yüksek maliyetlerle borçlanmak zorunda kalmış, ülkemize yabancı sermaye girişi azalmış, siyasi risk artmış; vatandaşın konut, ihtiyaç ve diğer kredileri kullanması olumsuz yönde etkilenmiş. Reel kesimin yabancı para pozisyon açığı daha da artmış. Halkbank’ın piyasa değeri düşmüş. Kısa vadeli dış borç stoku artmış.

Buna göre, Devlet iç borçlanma senetlerinin değerinde 4,06 milyar TL azalma, kısa vadeli dış borç stoğunda 18,94 milyar TL artış, borsada işlem gören hisse senetlerinin piyasa değerinde 50,5 milyar TL azalma, doların artmasından oluşan kur farkı etkisinin reel kesimin yabancı para pozisyonu açığına eklediği 25,18 milyar TL artış ile birlikte, toplam 98,68 milyar TL zarar sözkonusu.

Varsa yolsuzluğa/hırsızlığa elbette göz yummamak lâzım da, bu rakamlar, ayakkabı kutularında bulunan 4-5 milyon dolarla kıyaslandığında, “pireye kızıp yorgan yakmaya değdi mi?” diye sorası geliyor insanın. 5-10 milyon dolarlık hırsızlığı önleme iddiasıyla operasyon yapacaksın, ama bu operasyon ülkeye 45-50 milyar dolarlık bir kayba yol açacak!... Bu “hizmet” mi oldu, “ihanet” mi, bir düşünün.

Burayı geçiyoruz.

Geçiyoruz, çünkü “operasyonun bilânçosu” sadece bu kadar değil. Bu “mâlî bilânço”; meselenin bir de “sosyal ve siyasal bilânço”su var. Bence bilânçonun asıl ağır yanı bu. Zira operasyon ile birlikte şöyle bir tablo ortaya çıktı:

Toplumun “müslüman kesim”i “kesin bir ayrışma”ya, “açık bir cepheleşme”ye gitti. Bir yanda “Gülen Cemaati”, diğer tarafta da “AK Parti taraftarı” olmak üzere, bu iki kesim arasında “net ve sert bir kavga ve kutuplaşma” oluştu. Bu, “kardeşlik duyguları”nı zedeledi, karşılıklı ve yer yer “tekfir”e varan ithamları doğurdu; taraflar birbirlerini “uşaklık”la, “maşalık”la, “hainlik”le suçlamaya başladı. “Sosyal birliktelik” için “tehlike çanları”nın çalması anlamına gelen bu durum, telafisi güç “sorunlar”ı, tedavisi güç “derin yaralar”ı doğurdu.

İnsanların, “İslami cemaatler”e olan güvenleri bitti. Böylece “İslami hareket” telafisi çok zor bir darbe yedi. İnsanlar, “İslami çalışmalar/hizmetler”e, ya da “politik/siyasal yapılanmalar”a destek olup olmamak, yardım edip etmemek, bağış yapıp yapmamak hususunda menfi bir kanaate sahip oldu. Kandırıldığını, söğüşlendiğini düşünmeye başladı. Bu, “İslami sisteme geçişi sağlayacak toplumsal benimsemişlik” açısından çok büyük bir darbe oldu.

Bu zamana kadar yaptıklarında, söylediklerinde bir “hikmet ve sebep” aranan, hüsn-ü zan ile karşılanan Fethullah Gülen ve Tayyip Erdoğan hakkındaki “genel güven ve tolerans” yere çakıldı. Artık insanlar biri toplumsal, diğeri siyasal alanda zirvede bulunan bu iki lider hakkında eskisi kadar hüsn-ü zan etmiyor. Her ikisi de, artık “acımasızca ve ölçüsüzce eleştiri”liyor; “meşru dairenin dışı”na itekleniyor. Tılsım bozuldu, “Parti” de, “Cemaat” de “gerileme dönemi”ne girdi.

Operasyonun oluşturduğu “kaos ortamı”nda Afganistan, Mısır, Suriye, Filistin, Libya, Irak, Çeçenistan, Arakan vb. ülkelerde yaşanan dram unutuldu. “Küresel organizasyon” yapan sivil toplum kuruluşlarımıza kuşkuyla bakılır oldu. “İslami düşünce” zaten bitirilmişti, “İslami yaşantı” da kalmadı; “Laik-Kemalist” olup olmadığına bakmaksızın herkes, düne kadar “tağut” diye reddettiği “Devlet”in yanında yer aldı. Devlet “müslüman toplum”u dönüştürüp potasında eritti; böylece 1923’ten bu yanan diri duran “direnç” çözüldü.

Bu bilânço çok ağır oldu. Şimdi bir düşünün; iyi mi oldu, değdi mi yani?

Keşke olup biteni geri almak mümkün olabilse!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
14 Yorum
Faruk Köse Arşivi