“Yahudileri çok, ama çok seven Müslüman bir Türk”
İstanbul’dan hareket ettiğinde, medyadaki “İsrail karşıtı söylem ve tanıtım” yüzünden çok endişeliymiş. Tel-Aviv havaalanında pasaportunu “o saygıdeğer beyefendi”ye verene kadar da endişesi devam etmiş. Ancak Yahudi’nin “tebessüm eden yüzü”nü görünce fikirleri değişivermiş. Meğer gazetelerde, televizyonlarda gördükleri doğru değilmiş.
Havaalanından çıkınca yolunu şaşırmış. Gece yarısıymış; yanlış yere geldiğini bir Yahudi “çift”ten öğrenmiş. O kadar iyiliksever bir çiftmiş ki, onu yalnız bırakmayıp, sabaha kadar bir “cafe”de yanında oturmuşlar, birlikte eğlenmişler. Hesabı bile ödemişler. Sabahleyin onu “dolmuşa bindirip” işlerine gitmişler. Şaşkınmış, “bir topluma ancak bu kadar ön yargılı olur insanlar?” diye düşünüyormuş.
Tel Aviv’de bir plajda aşırı sıcaktan yanarken, yanına bir “beyefendi” yaklaşıp dondurma vermiş ve demiş ki: “Yahudileri Türk’lere lütfen anlat. Biz o anlatıldığı gibi bir millet değiliz.” O da “haklısın” deyip söz vermiş: “Haftada en az 1 kere bulunduğum ortamda Yahudiler hakkında konuşma yapıp, bilmeyenlere gördüğüm tüm güzellikleri, yaşadıklarımı anlatacağım.”
Kudüs’te ilk işi, başına kipayı takıp Ağlama Duvarı’na gitmek olmuş. İbadet edenlerden biri kamerasını alıp onun resmini çekince, insanların ne kadar da önyargılı olduğunu bir kez daha anlamış. Hâlâ, çölün ortasındaki “Eilat”ta, kocaman palmiye ağaçlarının nasıl yetiştirildiğini merak ediyormuş. Burası, “Çölün, Cennet Bahçesine çevrilmiş hali İsrael”miş.
Yazıyı şöyle bitiriyor: “İsmimi vermek istemiyorum. Ama siz şöyle deyin: Yahudileri çok, ama çok seven Müslüman bir Türk!”
Ben şimdi ismini açıklamayan o “Yahudileri çok, ama çok seven Müslüman bir Türk”e şunu öneriyorum: Bir de Gazze sokaklarına git bakalım, o “tebessüm eden görevli”nin, ya da “dondurma veren beyefendi”nin tutumu nasıl olacak?
“Biz anlatıldığı gibi bir millet değiliz” diyen Yahudi’nin sözüne inanıp haftada bir gün Yahudi propagandası yapmayı yükümlendin ya, istersen sana, plajda çıplak hatunları gördüğünde Cennet gibi sandığın ülkenin o “gülümseyen beyefendiler”inin, Gazze’yi nasıl cehenneme çeviren “vahşi yaratıklar”a dönüştüğünü; orada yaşayanların çektiklerinden küçük bir kesit sunarak anlatmaya çalışayım.
Filistin’de Yahudilerce yapılan terörist saldırılar, katliamlar ve zorla tehcir sonunda, 1948’den itibaren 6 ay içinde Filistinli sayısı 950 binden 138 bine indi. Yahudilerin İngiliz Mandasından devraldığı topraklar ise, yüzde 2’den, katliam ve tehcirle yüzde 88’e çıktı.
Herhangi bir Filistinlinin suç işlediğine dair “kuşku uyandıran nedenler” bulunduğuna inanan İsrail askeri, “suçun niteliği” tanımlanmaksızın tutuklama hakkına sahip. Sorgulama, tutuklu isnat edilen suçu itiraf edene kadar, aylarca sürebilir. Hatta iftira, bir Filistinlinin cezalandırılması için yeterli kanıt sayılıyor.
“Acil Savunma Yönetmeliği”ne göre, Yahudi komutan, mahkeme kararı olmaksızın Filistinlileri süresiz hapsedebilir, 1967 öncesi topraklarla 1967’de işgal edilen bölgeler arasındaki giriş-çıkışı yasaklayabilir, istediğini süresiz sınırdışı edebilir, kimi isterse oturduğu ev, mahalle, köy veya kentte göz hapsine alabilir, canı istediğini kendi mülkünü kullanmaktan men edebilir, evleri yıktırabilir, istediğini polis gözetimine alıp günde birkaç kez karakola görünmeye mecbur edebilir, haber kanallarına sansür koyabilir, tüm yazılı materyallerin dağıtımını yasaklayabilir, evlere zorla girebilir, kütüphanelere el koyabilir, ondan fazla kişinin bir araya gelmesini yasaklayabilir.
İsrail cezaevlerinde Filistinli esirler çok kötü şartlar, uygulamalar ve işkenceler altında tutulur. Son derece sağlıksız, pis, kalabalık, asgari hakların bile olmadığı şartlardır bunlar. Sistematik işkence süreklidir.
Filistinliler tam bir sefalet içinde yaşatılmakta. Filistin’de üretilen mallar İsrailce boykot ediliyor. Filistin ekonomisinin en önemli sektörü olan tarım geriledi. Tarım arazileri yakılıp imha ediliyor, kullanılamaz hale getiriliyor. Sırf 1980-1994 arasında kullanılabilir araziler yüzde 30 azaldı. Yazılı izin yoksa domates-patlıcan ekemezsin, hiçbir meyve ağacı dikemezsin, evini onaramazsın, su kuyusu açamazsın. 1967’de önemli miktarda tarım ürünü ihraç eden Filistinliler 1979’dan bu yana İsrail’den ithal etmek zorunda. Filistinli, tarım arazilerini sulamak için bile ücret ödüyor.
Gazzelilerin malı mülkü talan ediliyor, toprakları gasbediliyor, ağaçları kesiliyor, altyapıları mahvediliyor. Filistin halkının tepesine sürekli bombalar yağıyor, kimyasal silahlarla, tanklarla, toplarla evler sahiplerinin başına yıkılıyor. Filistinliler çocuk-büyük, kadın-erkek ayrımı yapılmadan hapsediliyor, öldürülüyor. Yahudiler dünyanın gözleri önünde soykırım yapıyor.
Batı Yaka ve Gazze’yi 220 askeri nokta ve yalıtılmış bölge ile paramparça eden işgalci Yahudiler, sürekli Gazze’ye saldırıyor, Arapların topraklarında Yahudi yerleşim alanları açıyor.
Gazze’de bir insanlık dramı yaşanıyor; yıllardır uygulanan ambargo sebebiyle bir halk topluca yok olmakla karşı karşıya. En temel insani ihtiyaçlar bile ambargo kapsamında.
Yahudilerin, Filistinlileri tıbbi araştırmalarda kobay olarak kullandığı iddia ediliyor. Gazzeli bir annenin dediği gibi, “Gazze’de insan kanı sudan ucuz!”
Ey “Yahudileri çok, ama çok seven Müslüman Türk!” Sen o Yahudileri Tel-Aviv’deki plajlarda, gece eğlencelerinde, ya da Ağlama Duvarında değil, bir de Gazze’de gör bakalım, hâlâ sevebilecek misin?!.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.