Masum uyarı: Çıplak
Büyük Üstat diyor ki: “Dünya, büyük bir manevi buhran geçiriyor. Manevi temelleri sarsılan garp cemiyeti içinde doğan bir hastalık, bir veba, bir taun felaketi, gittikçe yeryüzüne dağılıyor. Bu müthiş sari illete karşı İslam cemiyeti ne gibi çarelerle karşı koyacak? Garbın, çürümüş, kokmuş, tefessüh etmiş batıl formülleriyle mi? Yoksa İslam cemiyetinin ter-u taze iman esaslarıyla mı? Büyük kafaları gaflet içinde görüyorum. İman kalesini küfrün çürük direkleri tutamaz. Onun için, ben yalnız iman üzerine mesaimi teksif etmiş bulunuyorum.
Risale-i Nuru anlamıyorlar. Yahut anlamak istemiyorlar. Beni, skolastik bataklığı içinde saplanmış bir medrese hocası zannediyorlar. Ben, bütün müspet ilimlerle, asr-ı hazır fen ve felsefesiyle meşgul oldum. Bu hususta en derin meseleleri hallettim. Hatta bu hususta bazı eserler telif eyledim. Fakat ben, öyle mantık oyunları bilmiyorum. Felsefe düzenbazlıklarına da kulak vermem. Ben, cemiyetin iç hayatını, manevi varlığını, vicdan ve imanını terennüm ediyorum. Yalnız Kur’an’ın tesis ettiği tevhid ve iman esası üzerinde işliyorum ki, İslam cemiyetinin ana direği budur. Bu sarsıldığı gün, cemiyet yoktur.
Bana, ‘Sen şuna buna niçin sataştın?’ diyorlar. Farkında değilim. Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor. İçinde evladım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, imanımı kurtarmaya koşuyorum. Yolda biri beni kösteklemek istemiş de ayağım ona çarpmış; ne ehemmiyeti var? O müthiş yangın karşısında bu küçük hadise bir kıymet ifade eder mi? Dar düşünceler, dar görüşler!” (Tarihçe-i Hayat)
Günümüz insanı, özellikle genç nesil her şeyden önce iman hakikatlerinin sürekli ve ısrarla anlatılmasıyla imanını kazanmaya ve kazandığı imanını bunca amansız saldırılara karşı korumaya muhtaçtır. Yine günümüz insanı, imanını taklitten kurtarmaya, tahkikin bütün boyutlarına taşımaya muhtaçtır. Ve yine günümüz insanı, salih amelle donanımlı olmaya, ibadet ve ahlaki değerlerin bütünüyle buluşmuş bulunmaya muhtaçtır. Günümüz insanı, çölde susuzluktan kıvranan ve onu kurtaracak bir yudum suya hasret çeken insan misali en şiddeti şekliyle muhtaç olduğu bütün bu manevi kazanımların çoğundan mahrumken, onu hiçbir hayati değeri olmayan meselelerle oyalamak, onu derdine çare olmayacak vadilerde yürütmek ne kadar büyük bir cinayet, ne kadar büyük bir gaflettir, hesap edilsin...
İçtihat Risalesindeki yaklaşımı ödünç alarak söyleyeyim: Dini hayatı bir saray, bir kale gibi düşünecek olursak; öyle bir süreçten geçiyoruz ki, dışarıda, kar, fırtına, tipi, yağmur, sel, birbirini tetiklercesine üzerimize hücum ediyor. Bu halden istifade etmek için fırsat gözeten düşmanlar da dört bir yandan bu saray ve kaleyi kuşatmış bulunuyor. Şimdi, akıl kârı mıdır ki, böyle bir sarayı müdafaa adına birileri kapıları, pencereleri açsın, duvarlarda gedikler meydana getirsin. Ve böyle sorumsuzca davranış ihanet hesabına geçmesin, böyle davranan insanlara hain denmesin.. Dinsizliğin, imansızlığın, ahlaksızlığın bunca tahrip gücüne, bunca sistemli ve sürekli saldırısına maruz bir dinin hakikatlerindeki güçlülük ve rükünlerindeki fıtri sağlamlık dışında her türlü müdafaa imkanı elinden alınmış son dinin son müntesipleri, son kalenin savunucuları elbette içlerindeki bazı Avrupa mukallitlerinin, oryantalizmin emir erlerinin yaptığını böylesine bir ihanet kabul edecek ve öylece değerlendirecektir. İçlerinde imanı en zayıf olanlar dahi onların bu hallerini tiksinti ile karşılayacaklar, sağduyuları sayesinde onların kirli ve sonu kederli oyunlarına gelmeyeceklerdir.
Bireysel istidat ile çevre faktörünün bütünleşmesi, istidat ve kabiliyetin inkişafı adına çok mühimdir. İçinde tonlarca yanıcı madde bulunan bir zemine sıçrayan en küçük bir kıvılcım dahi kısa sürede büyük bir yangına dönüşmesi buna rağmen kuru bir zeminde o kıvılcımın yüz misli fazla ateşin söz konusu yangının milyonda birine ulaşamaması gibi, çevrede rağbet yoğunlaşması yaşanan her konuda, konuyla ilgili küçük bir istidadı bulunan her fert, öyle bir zeminden mahrum çok daha fazla istidatlı insanlardan çok daha fazla inkişafa ve çok daha kısa sürede mazhar olabilir. Öyleyse rağbetimizi iman ve ameli salih hakikatlerine yoğunlaştıralım ki, bu rağbetin yoğunlaştığı bir zemin, bir atmosfer oluşsun; o zemine düşen her istidat kıvılcımı tutuşarak birer ateşin iman ve İslam’ın şekillenmiş yankısı haline gelsin. Seküler dürtülerin toplamından ibaret dünyevi ihtirasların oluşturacağı zemin, dini yaşama ve yaşatma adına kurudur, bataklıktır; istidatları çürütmekten, istidatların gelişmesini önlemekten öte bir anlamı yoktur; hiçbir zaman da olmayacaktır.
İhlas Risalesinde deniliyor ki: “İşte bu maddi menfaati arzu edip muntazır kalmak, sonra nefs-i emare hodgamlık cihetiyle o menfaati başkasına kaptırmamak için, hakiki bir kardeşine ve o hususi hizmette arkadaşına karşı bir rekabet damarı uyandırır. İhlası zedelenir, hizmette kutsiyeti kaybeder, ehl-i hakikat nazarında sakil bir vaziyet alır. Ve maddi menfaati de kaybeder.”
Evet aziz dostlar, hizmette kutsiyet kaybolunca, “Kutsiler”e düşen de, ya ıslah adına beklemek ya da orayı terk etmektir..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.