Serdar Demirel

Serdar Demirel

Vakıf medeniyeti

Vakıf medeniyeti

Müslüman tarih tecrübesine baktığımızda İslâm medeniyetini taşıyan iki ana gücün olduğunu görürüz, bunlar; sivil ve resmi güçler. Resmi olan devlet bürokrasisi ve özellikle de ordu olarak karşımıza çıkar. 

Modernite öncesi devletler bugünkü gibi hayatın her alanını kontrol eden ne araçlara ne de böyle bir devlet tasavvuruna sahiptiler. Modern öncesi devletlerin halkı kontrol etmek sadedinde sahip oldukları güç sınırlıydı, doğal olarak hayata etkisi de sınırlı olmaktaydı.   

Hayat daha çok sivil kurum ve araçlar üzerinden örgütlenmekte, medeniyet daha çok sivil alanın imkânları ve rüyaları üzerinden yükselmekteydi. 

Büyük Selçuklu Devleti’nin büyük veziri Nizamı Mülk’e kadar ilmî faaliyetler de sivil alanın kontrolündeydi. Ondan sonra da ilmî faaliyetler önemli ölçüde sivil kalmasını bilmiştir. Sivil kurumların etkisinin zayıflaması ulus devletlerin hakimiyeti ve dominant yapısıyla olmuştur denebilir.  

Bunda ulus devletlerin pozitivist dünya görüşüne yaslanarak ürettiği sosyal mühendislik projelerin etkisi ve modernitenin varettiği araçların rolü büyüktür. Kuşkusuz bunu hakkıyla değerlendirmek ayrı bir çalışmayı gerektirir. Biz yine Müslüman medeniyetinin sivil ayağına dönelim. Meselâ vakıflar tecrübemize, bu tecrübemizin rolüne. 

‘İslâm Medeniyeti bir vakıf medeniyetidir’ diyenler vakıfların Müslüman toplumunda, İslâm medeniyetinin oluşumunda oynadığı role bakarak bu hükme varmışlardır. Hayatı maneviyatla, yardımlaşma şuuruyla kuşatan, devletin yetişmesi mümkün olmayan sahalarda boşlukları doldurarak ve insanı merkeze alarak bunları yapmışlardır. 

İnsanlar toplumun ihtiyaç hissettiği her alanda bir araya gelerek hayır müesseseleri olan vakıflar kurmuşlar, bu vakıflar üzerinden medeniyetin en hakiki taşıyıcıları olmuşlardır. Meselâ talim ve terbiye merkezleri medreseler, camiler, hastahaneler, şifahaneler, kervansaraylar, misafirhaneler, yetimhaneler inşa ederek dayanışma temelli hizmet üretmişlerdir. 

Vakıflaşma perspektifi o derece geniş tutulmuş ki, fakir kızların çeyizlerini tedarik etmek, yaralı kuşları tedavi etmek, hamallar dinlensin diye onlara oturma taşları yapmak, su ve spor gibi sahalara varıncaya kadar geniş bir zeminde hizmet sahaları üretmişlerdir. 

Muhteşem bir sivil irade, bir sivil dayanışma, bir inisiyatif toplumu örgütlemiş ve toplumu sorunların çözülmesinde adres kılmıştır. Toplum, devlete müracaat etmeden bu kurumlar üzerinden birçok ihtiyaçlarını görmüştür. Vakıflar toplumun ahlâk algısını, estetik kaygısını hizmet sahalarına da yansıtarak etik ve estetiği buluşturmuştur. 

Bu faaliyetlerin temelinde ise Allah rızasını ölümsüzleştirme, sevap kazanma araçlarını mümkün mertebe uzun ömürlü kılma arayışı vardır. Bu inancı ve hissiyatı da şu hadis beslemektedir:

“İnsan öldüğünde ameli kesilir (amel defteri kapanır). Ancak üç kişi hariç. Bunlar: sadaka-i câriye sahibi, geriye insanların istifade ettiği bir ilim (bırakan) ve geride kendine dua edecek salih evlat (bırakan) kişilerdir.” (Müslim: 5/73, hn. 4310; Ebu Davut: 3/77, hn. 2882)

Sadaka-i câriye, insanın hayır için inşa ettiği cami, köprü, medrese, hastahane, yetimhane gibi insan öldükten sonra da hizmet sunmaya devam eden vasıtalardır. Kişi âhirete göç etse de inşa ettiği bu hizmet araçları hizmete devam ettiği müddetçe amel defteri de açık kalacak, oradan elde edilen sevaplar o kişinin amel defterine de yazılacaktır. 

İslâm dünyasında dinî, kültürel, askerî, sivil, iktisadî, ictimaî, gibi hayatı kuşatan tüm sahalarda vakıflar büyük hizmetler sunmuşlardır. Bunlar sivil alanın medeniyetin kurulmasında, estetize edilmesinde ve uzun ömürlü olmasında oynadığı büyük rolü gösterir.

Bu anlattıklarımız bugüne de ışık tutmakta, sivil alanın daha fazla inisiyatif alması gerektiğini bize hatırlatmaktadır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Serdar Demirel Arşivi