Faruk Köse

Faruk Köse

Anayasa Mahkemesi Başkanı ne demedi?

Anayasa Mahkemesi Başkanı ne demedi?

Anayasa Mahkemesi (AYM) Başkanı Haşim Kılıç’ın, Anayasa Mahkemesi’nin 52. Kuruluş yıldönümünde yaptığı konuşmada ne dediğine dair örnekleri dünkü yazıda vermiştim. Bugün aynı konuşmada demesi gerektiği halde, neleri demediğine örnek vermek istiyorum.

Konuşmasının başında AYM’ye yeni seçilen üyeye çağrı yaparken kullandığı “adalet duygularının şekillendirdiği özgür vicdan”ın niteliklerini, böyle bir vicdanı biçimlendiren “esas değerler”i ve “hudutlar”ı söylemedi.

AYM’nin “ortak vicdanı”ndan söz ederken atıf yaptığı mevcut Anayasa’daki “hukuk ve adalet”e aykırı olan hükümlerin neler olduğuna değinmedi; bunların “doğrusu”nun neler olduğunu da, “topluma uygun hal”e nasıl getirileceğini de söylemedi. Yine, aynı kapsamda atıf yaptığı “hukukun evrensel ilkeleri”nin temel niteliklerine de değinmedi; bunların bizim toplumumuzun “kültür, kimlik ve inanç değerlerinin süzgeci”nden nasıl geçirileceğini, hatta bunun gerekliliğini, “Batı değerlerinin evrensel hukuk değerleri olarak alınması”nın yanlışlığını, bu yanlışın neler olduğunu söylemedi.

Tüm eylem ve işlemlerin “yargı denetimi”ne tâbî tutulması gerektiğinden söz ederken ve bununla birlikte “iktidar gücünün keyfi davranışlarının sınırlandırılması”nı “hukuk devletinin odağı”na alırken, “yargı denetiminin sınırları”ndan bahsetmedi; “yargıçlar diktatörlüğü”nün nasıl önleneceğini söylemedi.

Yargıçların “bağımsız ve tarafsız kalma”yı becerebilmesine vurgu yaptı; ancak bunu nasıl yapacaklarını, “bağımlı ve taraflı bir anayasa hukuku”na uygun hüküm verirlerken, nasıl bağımsız ve tarafsız kalacaklarını, bunun vasıflarının neler olduğunu söylemedi. Bu kapsamda “sorun üreten değil, sorun çözen yargı” anlayışına vurgu yaparken, toplumun “inanç, kimlik ve kişilik değerleri”ne aykırı olmakla zaten bizatihi sorun olan “anayasa hukuku”na göre yaptıkları çalışmalarla nasıl sorun çözebileceklerine değinmedi.

“Totalitarizm”den kurtulmanın yolu olarak gösterdiği “demokratik değerler”in neler olduğundan da söz etmedi. Bizzat “Demokrasi”nin, insanları uyutup/kandırıp “esas iktidar sahiplerinin gönüllü köleleri” haline getirdiğinden falan hiç söz etmedi.

“Hukuk devleti anlayışının gerekleri”ni tekrar tekrar konuşmaktan söz ederken, bu gereklerin neler olduğundan ve neye dayanması, neyden kaynaklanması gerektiğinden de, bu “müslüman toplum”un inancına değil de Batı toplumlarının inancına göre biçimlenmiş hukuk devleti anlayışının bize uymadığından da söz etmedi.

Bir ülkedeki hukuk güvenliği için “yazılı hukuk kuralları”na ve bunu uygulayan hakim, savcı, adli personel ve adli kolluğa bakmak gerektiğini söylerken, yazılı hukuk kurallarının dayandığı “ana kaynak”ın toplumun inanç, kimlik ve kişilik değerleri olması gerektiğinden söz etmedi.

“Yargı”yı “devletin vicdanı” olarak tanımladı, ancak “toplumdan kopuk ve topluma rağmen kurulmuş bir devlet” aygıtının vicdanının hukuku nasıl egemen kılacağına dair bir açıklamada bulunmadı. Üstelik, ülkemizdeki hukuk sistemini ve hukuk kurallarının özünü ve esasını tamamen “Kemalist ideoloji” biçimlendirdiği halde, devletin vicdanı olan yargının “siyasi ve ideolojik vesayet odaklarının işgali”ne uğramasından yakınmasının bir mana ifade etmediğini gözardı etti.

“Yargı kalesi”ni ele geçirerek “kendi vesayet sistemini dayatmak” isteyenlerden yakınıp, “kaleyi işgal edenler”in yargıyı, “siyasi düşüncelerine ve ideolojilerine lojistik destek sağlamak” için ya da “rakiplerinden intikam alma aracı” olarak kullandıklarından yakındı; ancak aynı yargı kalesinin, zaten yıllardır “Sol-Kemalist derin güçler”in vesayeti altında çalışarak bu ülkenin asıl unsuru olan müslümanlara yaptığı zulümlerden söz etmedi. Üstelik “dini vesayet”ten yakınarak, hukukun ve yargı sisteminin toplumun inançlarına dayanması gerektiğini reddetti. Sonra “vesayet altındaki bir yargıdan hukuk güvenliğini sağlaması da beklenemez” dedi, ama mevcut “Kemalist vesayet”e işaret edip, halihazırda hukuk güvenliğinin olmadığını söylemedi.

Yargının, “milletin iradesine tuzak kurulacak yer” olmadığını söylerken, milletin iradesinin hilafına verilen yargı kararlarından ve onların oluşturduğu sıkıntılardan söz etmedi. “Yargıya olan güven ağır yara almıştır” dedi, ancak bunun sebeplerinden, bu sebeplerin başında hukukun milletin değer yargılarına aykırı olmasının geldiğinden söz etmedi.

Mahkemelerin geçmişte verdiği kararların ürettiği sarsıntıların ve olumsuz etkilerin bilançosunu çıkarmak gerektiğinden söz etti, ancak ilk adımı kendisi atıp, “AYM’nin verdiği kararların olumsuz etkilerinin bilançosu”nu vermedi.

Bireylerin, her türlü endişe ve korkudan arındırılmış güvenli bir alanda hayat sürmelerinin nasıl sağlanacağını da söylemedi.

Temel hak ve özgürlükleri “Batı’nın listelediği değerler”den ibaret sundu ve bunu yaparken “dinden arındırılma”ya da vurgu yaptı; ancak böyle bir tanımlamanın “müslüman toplum”a nasıl giydirileceğinden, “İslam”ın nereye konulacağından söz etmedi.

“Mahkemeler verdikleri kararların sonuçlarının doğurduğu üzüntü ve sevinçlerle ilgilenmez” dedi, ancak “toplumsal üzüntü ve sevinçleri gözetmeden verilen kararlar”ın “adalet”i nasıl sağlayacağını ve nasıl “hukuki” olabileceğini açıklamadı.

Böylece, demedikleri, “konuklarını azarlayan üslup”la birleştiğinde, dedikleri “güzel şeyler”in kalitesini düşürmüş oldu.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
Faruk Köse Arşivi