Desteksiz atma modası bâbında... (1)
Yeni bir moda çıktı Câhiliye cühelâsı Tuhaf Gürûh’un “aydın”lıkları münhasıran kendilerinden menkûl kalemşorları arasında: mubârek Kur’ân’ın bir meâlini bulup-buluşturup, oradan birtakım mubârek âyet-i kerîmeleri, siyâk ve sibâkı hiç ka’le almadan, yani onları “bağlam”larından tamamen soyutlayarak/kopartarak, kendi kafalarına/çarpık/sapkın zihniyetlerine göre yorumluyorlar yazılarında. Böyle yapmakla da, biz, mahzûn ve de mazlûm memleketimizin bilumum Mü’min ve de Mü’mine Müslümanlarını akılları sıra mubârek Kur’ân’la köşeye sıkıştırıp, rezîl-rüsvay ettiklerini zannediyorlar!
İçlerinden bazıları, sözgelimi azılı frenkperest, laiklik faşisti/fetişisti şâir sayın bay Özdemir İnce, müzmin ukalâlığı ve küstahlığı içinde, Fransızca ve İngilizce meâlleri de şâhit tutuyor sapkın “saptama”larına!
“Tuzağa Düşenler” başlıklı yazısı (Hürriyet, 02.12.2007) “Sapkınlık/dalâlet nedir/nasıl olur?”, dahası -mubârek Kur’ân’ın ifâdesiyle- “Islâh etme iddiâsında olup da aslında fesâd çıkartmak yani bozgunculuk yapmak ve yozlaşmaya yol açmak nedir/nasıl olur?”a muhteşem bir örnektir; bu bağlamda ilâhiyât fakültelerimizde ders malzemesi olarak kullanılmasında nihâyetsiz fayda vardır!
A’dan Z’ye, Câhiliye zihniyetine has bir herzeler yığını olan yazısında, hem Âlemlerin Rabbi Yüce Allah’ın, azze ve celle, dîni İslâm’ın, hem de mubârek Kur’ân’ın zifirî kara câhili olan sayın bay Özdemir İnce mubârek Mâide Sûresi’nin mubârek 51. âyet-i kerîmesinden, o da yalnızca ilk cümlesinden hareket ederek, mubârek Kur’ân’ın günümüzde ve çağımızda artık -hâşâ!- geçerliliğini yitirmiş hükümlerle ağız ağıza dolu olduğunu iddia ve de ispat etmeye çabalıyor aklı sıra! Önce mubârek âyet-i kerîmenin ilk cümlesini veriyor: Bismillâhirrahmânirrahîm... Ey inananlar! Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin; sonra da başlıyor müzmin ukalâlığı ve küstahlığıyla desteksiz atmaya/savurmaya, esmeye/gürlemeye. Şöyle soruyor: “Ayet günümüzde, uluslararası ilişkilerde geçerli midir?” ve cevabını kendi veriyor - hem de, sanki bu konuda bir ehliyeti varmış gibi, kes(k)in bir hüküm cümlesiyle: “Bu ayetin anlamı yoruma yer bırakmayacak kadar açıktır. Müslümanlara, Yahudilerle, Hıristiyanlarla dost olmayın denilmektedir. Arapça’dan yorum yapılmasın. Ayetin Fransızca ve İngilizcesini de yazıyorum: (...)”.
Breh, breh, breh!
“Arapça’dan yorum yapılmasın”mış! Yani “yorum”, o da ancak frenkperest şâir gerek/uygun görür de yapılmasına izin verirse, “Kelâmullah”ın indiği “orijinal” lisandan hareketle yapılmamalı/yapılamaz, tercümesinden yapılmalı/yapılabilir!
Öyle mi?
Acaba bu yaklaşımın kendi şiirleri hakkında sergilenmesine ne buyurur sayın bay Özdemir İnce?
“Kelâmullah”a revâ gördüğünü kendi eserine görmeyeceği kesin!
Neyse...
Bu acâib adama göre, mezkûr âyet-i kerîme hakkında, “mesaj”ının hassâsiyetine binâen ayrıntılı “yorum”larda bulunan ve mubârek Kur’ân’ın konuyla alâkalı yaklaşımına “gönderme”ler yaparak konunun çerçevesini çizen bilumum Mü’min Müslüman tefsîr ulemâsı, -hâşâ!- “salak”! Merhûm üstâd Muhammed Esed (1900-1992), 1980 yılında tamamlayıp neşrettiği “The Message of the Qur’ân”/“Kur’ân Mesajı” adlı meâl-tefsîrinde, mezkûr mubârek âyet-i kerîmeyi yorumlarken, mubârek Enfâl Sûresi’nin 73., mubârek Âl-i İmrân Sûresi’nin 28., mubârek Nisâ’ Sûresi’nin 139. ve nihâyet mubârek Mumtehine Sûresi’nin 6 ilâ 9 ve 57. âyet-i kerîmelerinde dile gelen hüküm ve Hakîkat’lere dikkati çekiyor! Âlemlerin Rabbi Yüce Allah, azze ve celle, mubârek Âl-i İmrân Sûresi’nin 28. âyet-i kerîmesinde: Bismillâhirrahmânirrahîm... Mü’minler, müminleri bırakıp Hakîkat’i inkâr edenleri/kâfirleri dost (müttefik)/velî edinmesinler –çünkü bunu yapan, Allah ile bütün bağını koparmış olur– kendinizi onlardan korumak için bu yola başvurmanız hariç! buyurmaktadır. Yani, Mü’minlerin “sakınılması gereken bazı şeyleri yapabileceklerinden/onlardan gelebilecek bir tehlikeden korkmaları” hâlinde Hak ve Hakîkat’i inkâr edenlerle (ki, Yahûdîler’le Hristiyanlar bu “kategori”dendir) “ittifak” kurulmasının câiz olduğunu bildirmektedir. Merhûm üstâd Muhammed Esed buradan -Arabçasından!- hareketle şu açıklamayı yapar: “Bu âyet-i kerîme, yalnızca Hakîkat’i inkâr edenlerin Müslümanlardan daha güçlü olduğu ve bundan dolayı, politik yahut ahlakî anlamda kendilerine dost(!) olmadıkça Müslümanlara zarar verebilecek konumda bulundukları durumlara işaret etmektedir”! Nitekim, son birkaç yüzyıldır izzetli Ümmet-i Muhammed’in içinde yaşadığı şartlar, ne yazık ki, tam da bu tarife/duruma uymaktadır!
Ne var ki bu özel durum Mü’minlerin ilke olarak kâfirleri velî/dost (müttefik) edinmemeleri emrini/Hakîkat’ini değiştirmez! Zira, merhûm üstâd Muhammed Esed’in ifâdesiyle, “onlar tarafından onurlandırılma(!) veya eşit kabul edilme(!) ümidi ile inatçı inkârcıların/kâfirlerin hayat tarzlarını taklid edip onu mü’minlerin hayat tarzına tercih etmek sahih inancın/îmânın taleb ettiği ahlakî esaslar ile çatıştığından, bu ahlakî esasların tedricî olarak terk edilmesine yol açar”! “Ancak mubârek Mumtehine Sûresi’nin 6 ilâ 9. âyet-i kerîmelerinde yeterince açıklığa kavuşturulduğu (ve yine aynı mubârek sûrenin 57. âyet-i kerîmesinde işaret edildiği) gibi, gayr-i müslimler ile ahlakî dostluğun yasaklanması, Müslümanlara karşı iyi niyetli olanlarıyla kurulan normal, dostça ilişkilere karşı bir anlam taşımaz. Unutulmamalıdır ki velî terimi birbirine yakın farklı anlam alanlarına/tonlarına sahiptir: ‘dost’, ‘arkadaş’, ‘yardımcı’, ‘koruyucu’, vb. Bunlardan hangisinin ya da hangilerinin bir arada kullanmak üzere seçileceği, velî teriminin mubârek Kur’ân’da hangi bağlamda kullanıldığına bağlıdır”.
Bunlar yalnızca merhûm üstâd Muhammed Esed’in açıklamaları ve tesbitleri. Diğer ulemânınkiler de cabası!
Ama sayın bay Özdemir İnce hepsinden daha iyisini bilir! Öyle mi?
Devam edeceğim inşaallah...
Müteyakkız olalım aman! Hep müteyakkız kalalım!