Ümmeti parçalayanlara karşı dik durmak
Gerekirse “savaş”a dair kuralları da koyan İslam, esas olarak “barış” temeline dayanır; zaten “İslam” kelimesi, aynı zamanda “barış” anlamını da ihtiva eder.
“İslam toplumu” ile diğer toplumlar arasında “barış”ı esas alan ve savaşı bile barış için öngören İslam, elbette kendi toplumu içindeki “farklı kesimler arasındaki barış”a daha bir önem verecektir. Zira mü’minler, başka bir şey değil, ancak kardeştirler ve kardeşler; “İslam toplumu vücudu”nun birer hücreleri olarak aralarında en yüksek düzeyde “uyum ve işbirliği”ne, “birlik ve beraberlik”e, “barış ve muhabbet”e ihtiyaç duyarlar.
Farklı “meşrep”lerde olduklarından birbirinden ayrı, birbirine zıt ve birbirinden farklı “çalışma grupları”na ayrılmış olan müslümanların bugün için acilen çözülmesi gereken en önemli sorunlarının “parçalanmışlık” olduğunu sanırım herkes biliyor ve görüyor olsa gerek. Keza, paramparça olan müslümanların, aralarındaki “çatışma noktaları”nı tesbit ve izale edip, “anlaşmazlıklar”ı ve “sorunlar”ı gidererek “vahdet”i sağlamalarının, “Ümmet birliği” için ne kadar önemli ve elzem olduğu da malûmunuz. Bunun için kapımıza kadar gelen, içinde bulunduğumuz “Oruç ayı” kaçırılmayacak bir fırsat.
Biz müslümanlar, aramızdaki “birlik ve beraberlik”i sağlama adına pek çok fırsatı kaçırdık; bari bunu kaçırmayalım. Aramızdaki “çatışma ve çekişme noktaları”nı tesbit edelim. Kendi “iç muhasebemiz”i yaparak birbirimize, “mü’min kardeşlerimiz”e karşı yaptığımız yanlışları tesbit ve düzeltme yoluna giderek “barış ve muhabbet”i aramızda yeniden tesis edelim. “Benim yanlışım senin doğrundan iyidir” anlayışına son verip, “ben ve sen ayrımı”ndan sıyrılarak “biz”e ulaşalım; “bir ve beraber” olalım. En azından bunun için çaba gösterelim, kafa yoralım, iş tutalım, yol ve yordam arayalım.
Çünkü görüyoruz ki, bir “arınma ayı” olan Ramazan’a girerken dünyanın her yanında “müslüman kanı” akıyor. İslâm dünyası “kan ve gözyaşı”na boyanmış durumda. İslam coğrafyası paramparça bir halde. Her tarafta, “küresel habis güçler”in körüklediği “iç savaşlar” var. Milyonlarca müslüman, bu “parçalanmışlık ve çatışma ortamı”nda açlık, yoksulluk ve iç savaşlar sebebiyle hayatta kalma mücadelesi veriyor. Müslümanların yaşadığı daha pek çok ülkede oluk oluk müslüman kanı akıyor. İslam coğrafyası kan deryasına döndü. İslam coğrafyası paramparça ediliyor; kendilerini savunamayacak ve “küresel emperyalizm”in tasallutuna karşı duramayacak “mikro devletçikler”e bölünüyor!
Bütün bunlar varken, biz “barış” demek olan İslam’a mensup müslümanlar olarak, Ramazan ayına girdik ve “oruçla arınma”ya talibiz. Nasıl olacak bu? Aç kalarak mı? Sadece aç ve susuz bir gündüz geçirerek mi?
“Oruçla arınmak” için bundan daha fazlası ve başkası gerekli. En önemlisi müslümanlar arasındaki birlik ve berabirliğin sağlanması, “vahdet”in tesis edilmesi. Nitekim Başbakan Erdoğan, Ramazan ayının ilk iftarında “birlik ve beraberlik mesajı” vererek bunun önemini vurguladı. “Bir olalım, beraber olalım” dedi. Böylece “Ümmet birliği” için Türkiye’nin kendi içinde “birlik ve beraberlik”i sağlamasının önemini vurguladı. Ardından, şu önemli cümleyi kurdu:
“Ümmetin parçalanması için gayret edenlere karşı dik durmaya mecbur olduğumuzu hatırlatmak istiyorum.”
Evet, bu mesajı veren Başbakan, ülkemizdeki “toplumsal iç bütünlük”ü sağlama adına da ciddi bir yol açmış demektir. Dahası, içteki “çatışma ve çekişme noktaları”nın da giderilmesi için gereken adımları atacağının, “barış”a hazır olduğunun mesajını vermiş demektir. Bu Ramazan ayının “yeni bir başlangıç” olması için “üzerine düşen çağrı”yı yapmış demektir.
Şimdi gereken, “birbiriyle çatışan farklı kesimlerin bu çağrıyı doğru okuması”dır. Örneğin, ülkemizin en organize cemaati ile en büyük siyasal partisi arasında yaşanan çatışmanın giderilmesi ve “iç bütünlüğün güçlü biçimde yeniden tesisi” için Başbakan’ın açtığı bu kapının iyi değerlendirilmesi çok önemlidir. Bu fırsat kaçırılmamalı ve taraflar, önce karşı taraf için söylemlerini düzeltmeli, ardından “kendi iç bünyelerindeki parazitler ve kirler”i temizleyerek “iç arınma ve ayıklama”yı sağlamalı, sonra da “kesin ve kalıcı bir sulh” için “ilahi hükümlere uygun olarak” bir araya gelerek aralarında “tahkim”e işlerlik kazandırmalıdır.
Bir ve beraber olup Ümmeti parçalayanlara karşı dik durmak için, önce “Ümmet birliği”ne zarar veren “ayrışma”ya son vermek lazım gelir. Sayın Başbakan’ın dediği gibi, “Ümmetin parçalanması için gayret edenlere karşı dik durmaya mecbur olduğumuzu” unutmamalıyız.
Umarım, “siyasal erk” devreye girer de, Sayın Başbakan’ın bu sözleri bir “iftar konuşması”nın ötesine geçip hayat bulur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.