“İslam Bilginleri”ne birkaç sual
İstanbul’da 32 ülkeden temsilciyle toplanan “Dünya İslam Bilginleri Barış, İtidal ve Sağduyu İnisiyatifi”, 19 maddelik “Sonuç Bildirgesi” yayımladı. Bildirge genel hatlarıyla “iyi” olsa da, bazı eksik yanları var ve “yanlış anlama”ya yol açacak ifadeler taşıyor.
Bunlara geçmeden önce Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in verdiği bir korkunç bilgiye dikkatinizi çekmek istiyorum: “Son yıllarda günde ortalama bin müslüman katlediliyor!...”
Her gün 1000 müslümanın katledildiği dünyada, müslümanların önüne geçip onları grup grup, fırka fırka ayıran; her bir gruba ayrı bir yol tutturup, bu yolların kesişmesini engelleyen “önderler”in, sanırım bu gerçek karşısında titremeleri, eğer “Hesap Günü”ne inanıyorlarsa, epey düşünmeleri lazım.
Neyi düşünecekler? “Ümmet Birliği”nin önünde nasıl bir engel teşkil ettiklerini... Her gün öldürülen 1000 müslümanın ölümünden katkılarıyla oluşan “parçalanmışlık”tan ötürü kendi paylarına “ne kadar ve nasıl bir sorumluluk” düştüğünü... “Ümmet Birliği” için ne yapmaları gerektiğini...
Görmez’in verdiği ikinci bilgi daha korkunç. Meğer her gün öldürülen 1000 müslümanın “yüzde 90’ı müslüman kardeşi tarafından katlediliyor”muş! Sonra, “Allah düşmanları”yla karşı savaşmak varken müslüman kardeşleriyle savaşan örgütleri kastedip, “üzerinde durmamız gereken en önemli husus bütün bu (yanlış) yapılar nasıl ortaya çıktı?” diyen Görmez, meselenin püf noktasına işaret eden suali soruyor: “Mezhepçilik ya da fitne ateşini nasıl söndürebiliriz?” Ben bu suale şunu ekliyorum: “Ümmet Birliği’ni nasıl sağlarız?”
Bu çok önemli, ama bugün bunu tartışmayacağım. Mezkur toplantının “Sonuç Bildirgesi”ne dair birkaç sual sormak istiyorum.
Bildirgenin 1. Maddesinde yapılan “barış, itidal ve sağduyu” çağrısı, başka din mensuplarına yaklaşım bakımından sadece müslümanlara yapılmış. Oysa, en çok da müslümanlar öldürülüyor, hakları gasbediliyor, zulüm ve esaret altında tutuluyor, hayatını tüm alanlarda dinine göre yaşayamıyor. Buna niçin değinilmedi? Müslümanların hakları ve yaşama güvenlikleri niçin gündeme getirilmedi? Müslümanlara itidal çağrısı yapılırken, “haklarını savunma” ve “onurlarını koruma” çağrısı niçin yapılmadı? Yine aynı maddede, “insanlık Hz. Adem’in çocuklarıdır” denilerek “insani kardeşlik” vurgulandı da, “bir müslüman için, sadece diğer bir müslümanın kardeş olabileceği” gerçeğinden niçin söz edilmedi?
Madde-2’de müslümanlar arasında “mezhebi ayrımlar”ın kardeşliğe mani olamayacağı ifade ediliyor. Peki, müslüman görünüp de, aslında “Kur’an ve Sünnet’e aykırı/zıt/muhalif bir itikat ve amel” üzere olan “mezhebler” niçin istisna edilmedi? Mesela, Suriye’deki Nusayriler İslam kardeşliği içinde düşünülebilir mi?
Madde-3’te “İslam, ahlakî kaygılara dayalı bir toplum inşa etmeyi hedefler” denirken, “İ’lây-ı Kelimetillah” davası nereye konuldu? Yani İslam sadece bir “ahlâk dini” mi?
Madde-4’te “İslam ilke olarak kin, nefret ve düşmanlığı meneder” deniliyor. Peki, Allah düşmanlarına düşmanlık etmeyelim mi? Onlarla bizim aramızda “ebedi bir düşmanlık” Kur’an’ın emri değil mi? Müslümana zulmedenden nasıl nefret etmeyelim? Bildirgede bu tür istisnalar niçin yok?
Madde-5’te Suriye, Irak vb. yerlerdeki çatışmaların asıl sebebinin din ve mezheb olmadığı söyleniyor. Peki, “Ehl-i Kıble’siyle, Gulat’ıyla tüm Şia’nın bir olup Ehl-i Sünnet müslümanlara saldırdıkları gerçeği”ne niçin değinilmedi?
Madde-6’da “terör, cihat olarak kabul edilemez” denildi de, devamında niçin “cihad da terör değildir” denilmedi?
Madde-8’deki “Hukuken meşruiyeti bulunmayan hiçbir oluşumun, kendiliğinden siyasi bir topluluğa, herhangi bir ülke veya cemaate savaş ilan etme yetkisi yoktur” ifadesinde kastedilen ve/veya “meşruiyetin kaynağı” olan hukuk hangi hukuktur?
Madde-15’te “İslam’ın rahmet ve hikmet mesajlarını özümseyen nesillerin yetiştirilmesi” önerilirken, İslam’ın “cihad mesajları” nereye konuldu; Allahu Teala’nın “Kahhar” ve “Müntakim” olduğu niçin dikkate alınmadı?
Madde-17’de, “İslam’ın hayatın her alanını kuşattığı gerçeği”ne ters düşecek şekilde “siyasi”, “sosyal”, “kültürel”, “dini” ayrımları yapılmış. Bu, İslam’ın hayatın siyasi, sosyal, kültürel vb. alanlarına karışmayan bir “din” olduğu “yanlış algı”sını pekiştirmez mi? Yine Madde-19’a göre, “Sağduyu Temas Grubu”, “siyasi ve politik” değil, “salt dini ve ahlaki hassasiyetler bağlamında” çaba sarfedecekmiş. İslam, “siyaseti biçimlendirmeyen bir din” mi ki, “siyaset”le “din” ayrı ayrı kullanıldı? Burada “İslam’ı Laikleştirme” anlamına kapı açılmıyor mu?
Bildirgede niçin İslam coğrafyasındaki “küresel oyunlar”a, “müslümanlar arası çatışmaların küresel şer odaklarınca körüklendiği”ne dikkat çekilmedi? Niçin buna karşı müslümanlar birlik-beraberlik içinde “topyekûn mücadele”ye çağrılmadı? Niçin “barış, itidal ve sağduyu” için müslüman idarecilere düşen görevlere değinilmedi? Niçin “küfür ehli”nin melanetleri kınanmadı?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.