Târihin Seyrini Değiştiren Dakikalar
Bundan tam 109 yıl önce, 21 Temmuz 1905 Cuma günü, Ermeni komitacılar, Osmanlı Pâdişahı Sultan Abdülhamid Han'a bir suikast teşebbüsünde bulundular. Ermeniler, Pâdişah'ın Cuma Selâmlığı'ndan sonra arabasına yürüme mesâfesini hesab ederek yol üzerindeki bir arabaya bomba yerleştirdiler. Sultan, patlamadan sağ salim kurtuldu ancak, onlarca kişi öldü ve yaralandı.
Abdülhamid Han'ın suikastten yara almadan kurtulmasının sebebi, Cuma Selâmlığı'ndan sonra, âdet dışı olarak Şeyhülislam ile ayak üzeri birkaç dakika sohbet etmesiydi. Bu arada, dakikalara ayarlı bomba patladı.
Dışarıdaki düşmanlarının "Kızıl Sultan", içerideki düşmanlarının "müstebit" diye târif ettiği Sultan Abdülhamid Han, devleti ayakta tutmak için çok gayret eden; düşmanına tedbirli, halkına ise çok merhametli bir insandı. Fakir fukarayı esirgerdi. Birgün, hanımı doğum yapmak üzere olan ihtiyaç sâhibi birisi saraya telgraf çekince çok üzülmüş ve hemen bir miktar parayla birlikte sarayın hekimini göndermişti. Sabaha karşı hekim geriye döndüğünde, Padişah hâlâ uyanık vaziyette bekliyordu.
İşte tebasına karşı böyle merhametli olan Pâdişah'ın, en büyük düşmanlarından birisi dönemin basınına hâkim olan Servet-i Fünûn edebiyatçıları ve gazetecileriydi. Bu düşmanlık öylesine gözlerini kör etmişti ki memleketin her yanına yapılan okulları, yolları ve fabrikaları görmüyorlar; "Yeter ki bu adam gitsin." şeklinde yayın yapıyorlardı. Maalesef bu gözü dönmüşlük, Ermeni suikastçileri alkışlayacak kadar ileri gitti ve Tevfik Fikret, şu beyiti yazdı:
Ey şanlı avcı, dâmını beyhûde kurmadın
Attın fakat yazık ki yazıklar ki vurmadın
Evet, bir Osmanlı şâiri Ermenilere böyle seslenecek kadar alçalabildi. Bu kadar alçalabilmesinin sebebi tamâmen Pâdişah düşmanlığı idi.
Pâdişah, bu tür yazar ve gazetecileri bir türlü memnun edemiyordu ama, halk onu çok seviyordu. Halk ayağına gelen hizmetlerin farkındaydı.
Bu suikastten dört yıl sonra, 2. Abdülhamid Han tahtan indirilince sevinç çığlıkları atan bu müflis aydınlar, daha sonra başlarını duvarlara vurdular ama, ba'de harabü'l-Basra…
Gelelim günümüze… Bir asır önceki durum ile günümüzdeki "Yeter ki Tayyip gitsin." düşmanlığı ne kadar benziyor değil mi? Marmaray'ı yapmışsın, hızlı terenin var, uçaklar sanki otobüs olmuş, uzaya uydu göndermişsin… Bunların hiçbir değeri yok. Yeter ki "Diktatör Tayyip" gitsin. Hatta mümkünse suikastte ölsün. Bunu başaranı alkışlamaya hazır olan zamâne Servet-i Fünûncuları hazır kıta beklemede maalesef.
Süleyman Özışık, birkaç gün önce, Kanal A'da, 7 Şubat MİT krizini anlatırken ilginç bir ayrıntıya dikkat çekti. 7 Şubat 2012 günü, MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Başbakan'ın ameliyatta olacağı saatte ifâdeye çağırılıyor. Bu arada Başbakan, "Ölüm var, kalım var." diyerek uzun süredir niyetli olduğu iki fakiri ziyâret etmek istiyor ve ameliyatı bir saat erteletiyor. Fidan, bir umut Başbakanı arıyor ve ulaşıyor. Yâni, Başbakan'ın ameliyat öncesi, plan dışı olarak bir fakirin evine yaptığı ziyâret herşeyi değiştiriyor. Evet, Diktatör(!), fakir fukara ziyaretlerinin birindeyken Hakan Fidan'ın telefonuna cevap veriyor. "Sakın teslim olma" dedikten sonra da derhal Ankara'ya yetişiyor.
Eğer Başbakan, bu ziyâreti yapmasaydı, ameliyattan uyandığında herşey bitmiş olacaktı. Belki de hiç uyanmayacaktı.
Sözü, burada, Stefan Zweig'a bırakalım.
"Çağları aşan bir karârın bir tek takvime, bir tek saate, çoğu kez de yalnızca bir tek dakikaya sıkıştırıldığı trajik ve yazgıyı belirleyici anlara, bireylerin yaşamında ve târihin akışı içinde çok ender rastlanır. Ben böyle anları, İnsanlık Târihinde Yıldızın Parladığı Anlar diye adlandırdım. Çünkü onlar, tıpkı yıldızlar gibi hiç değişmeden geçmişin karanlığına ışık tutmaktadırlar."
***
Ekmeleddin İhsanoğlu Hem Nalına Hem Mıhına..
Dün, Adnan Menderes'in kabrini gözyaşları ile ziyâret eden İhsanoğlu şu açıklamayı yaptı:
-Adnan Menderes ve arkadaşları olmasaydı, Türkiye hiçbir zaman diktatöryadan , mutlakiyetten ve totaliter rejimlerden kurtulamazdı. Bunların sâyesinde, biz demokrasi mücâdelesi veriyoruz. Onları her zaman rahmetle ve minnetle anmamız lâzım.
Bu açıklamaya göre, Demokrat Partisi iktidarı öncesi Türkiye, Cumhuriyet ile değil, diktatörlükle ve mutlakiyetle yönetiliyordu.
Şimdi adama sormazlar mı "O zaman İnönü'nün mezarını niye ziyâret ettin?" diye.
Daha önce de yazdığım gibi İhsanoğlu'nun hangi taraf ile dalga geçtiği belli değil.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.