Abdullah Şanlıdağ

Abdullah Şanlıdağ

Allah’a Gerçek Manada Kul Olabilmek

Allah’a Gerçek Manada Kul Olabilmek

Dilimiz ile “inandım, iman ettim” dediğimiz halde yaşantımız ile bunun tersini yaptığımız o kadar amelimiz var ki, sevgili dostlar, inanın saymakla bitmez. Yaşadığımız gibi inanmaya, inandığımız gibi yaşamamaya başladık. Ne yola geldik, ne de hak yola uyduk. Açıkçası bir savrulma ve kırılma yaşıyoruz. Eskiden değişmez sabitelerimiz, asla taviz vermediğimiz ilkelerimizi şimdi kendi ellerimizle hoyratça katlediyoruz. Dünyevileşme hastalığına öyle bir yakalandık ki, inanmayan insanın yaşantısıyla bizim yaşantımız arasında bariz farklar yok.

İslam coğrafyasının haline baktığınızda ne hallerde olduğumuzu görürsünüz. Kan ve göz yaşını dökerken, içimizdeki beyinsizlerin, birbirini katleden Müslümanların davranışlarını düşündüğünüz oluyor mu? Hiçbir kafir ülkede savaş olmazken, barut kokularının hepsinin İslam aleminden yükselmesi, sizce neye işaret ediyor?

Rüzgar nereden eserse essin, güneş hangi yönden doğarsa doğsun, dik durup eğilip bükülmeden dosdoğru yolda yürümek şiarımız olmalıydı. Ama yapamadık. Öyle bir savrulduk ki, bir türlü kendimize gelemiyoruz. Aslında tüm mesele kendimiz olmakta değil mi dostlar? Tüm mesele, inandığımız Allah’ı gerçek manada tanıyabilmek ve kitabi manada Müslüman olabilmek.

Elhamdülillah müslümanız. Çoğumuzun ayetten, hadisten, günahtan, sevaptan, ahiretten, hesap gününden haberi var. 

Dünyanın fani olduğunu, bir gün mutlaka öleceğimizi hepimiz biliriz. Sorulsa, bu dünyaya Allah’a kulluk edelim diye imtihan için gönderildiğimizi, Cenab-ı Hakk’ın kalbimizden geçenlere varıncaya kadar her halimizi bildiğini, O’nun her yerde hâzır ve nâzır olduğunu söyleriz ama yine de yakamızı gafletten büsbütün kurtaramadığımız olur. İbadetlerimizi aksattığımız, bunları her vakit severek, bütün erkânına riayetle, huşu içinde yerine getiremediğimiz için huzursuz olanlarımız çoktur. Bazen nefsin hevasına uyar, dünyanın aldatıcı cazibesine kapılır, farkına bile varamadan bir günahın içinde buluruz kendimizi. Zaman zaman kibirden, öfkeden, hırs, haset ve gösterişten kendimizi alamadığımızı itiraf eder, bunlardan kurtulamamanın sıkıntısını duyarız. Dilimiz Allah der de kalbimiz ürpermez. Bütün bunlar varsa, halimizden yakınıyor, yaptığımız kulluğu kendimiz bile beğenmiyorsak, bazı şeyler “yolunda gitmiyor” demektir. Şikayet etmek, kendimizden kaçarak kalbimizdeki huzursuzluk yahut sıkıntıyı görmezden gelmek yerine çare aramanın yoluna bakmak, işleri hâle yola koymanın gayreti içinde olmak gerekir. Peki çare nedir? Takvim yapraklarından veya atalarımızdan din adına ne gördüysek, bunları bir kenara itip Kur’an’a yönelmektir çare. Allah’a dayan, sa’ye sarıl, hikmete ram ol. Yo varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol” diyen Akif’te bu gerçeğe işaret etmektedir.

Yol, yürümeyi; yürümek ise dengeyi gerektirir. Dengeyi sağlayamamışsanız ayakta duramaz, yıkılır, sağa sola savrulursunuz. Denge, ifrat veya tefrite düşmeden itidal üzere olmakla sağlanır. Denge, samimi manada neye inandığını bilmek ve o bilmenin gereklerini yetirmekle sağlanır.

İslam ümmeti içindeki bölünme ve parçalanmanın Müslümanları ne hâle getirdiğini, günümüzde görüyor ve bunun ızdırabını hep birlikte çekiyoruz. Maalesef bugünlerde, dünyanın birçok yerinde, özellikle İslam coğrafyasında birçok acı olaya şahit oluyoruz. Filistin’de, 1,5 milyon Gazzeli’nin maruz kaldığı zulüm yetmiyormuş gibi, son günlerde Gazze’ye atılan bombalar neticesinde, evler yerle bir edilerek, hiçbir suçu olmayan sivil, kadın, çocuk demeden, insanlar toplu katliamlara maruz bırakılıyorlar. Hiçbir hukuk, kural ve ölçü tanımayan bu zalimlik karşısında maalesef dünya yine sessiz ve birkaç ülke dışında İslam dünyası da farklı değil. Suriye ve Irak’taki olaylar da ümmetin kanayan yaralarından oldu. Bu beldelerde de içimizi parçalayan dertler, zulümler yaşanıyor. Suriye devletin terörüne, Irak ise devleti yönetenlerin toplumsal çatışmaları körükleyen politikaları neticesinde terör örgütlerine teslim olmuş durumdadır. Bir an evvel önlem alınmazsa bölgedeki bütün insanların can güvenliği tehlikeye girecektir. Zira Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur: “Bir de öyle bir fitneden sakının ki o, içinizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz (umuma sirayet ve hepsini perişan eder). Biliniz ki, Allah’ın azabı şiddetlidir.” (Enfal, 25)

Fitne geldiği zaman her tarafı yakıp yıkar. Bugün mazluma karşı zalimin safında yer alıp uluslar arası zındıka taifesiyle birlikte olup küresel atış yapan, medyasıyla, cemaat gücüyle Müslümanlara saldıran, onların safında yer alması gerekirken, dünyevi çıkarlar için emperyal güçlerle iş birliği yapanların akıbetinden korkulur. İktidardakiler bir yanlış yapıyorsa, küresel güçlerle kaşık atanlar yüz yanlış yapıyorlar. Bu da hem camiaya ve hem de İslami harekete zarar veriyor.

** Türkiye’nin gelecek tasavvurunun Osmanlı’nın medeniyet havzası Balkanlar, Kafkasya, Orta Doğu, Kuzey Afrika, Batı Asya bölgesi çerçevesi ve tarihi organik bağlarının yüklediği sorumluluk bileşkesinde belirlenmesini teminen, Ahmet Davutoğlu’nun başlattığı ve Erdoğan iktidarının yürüttüğü Türkiye politikasıyla ilgili “Stratejik Derinlik” projesi maya tutarsa, bu topraklarda ilelebet İslami düşünce yıkılmaz. AK Parti’ye Genel Başkan seçilen yeni Başbakanımız Ahmet Davutoğlu’nu tebrik ediyor, Allah utandırmasın diyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Abdullah Şanlıdağ Arşivi