Vebâl
İnsanın omzuna binen en büyük yüktür “vebâl.” Dünyada da takip eder insanı, ahirette de... Kimsenin yaptığı yanına kâr kalmadığı gibi, herkesten taşıdığı vebâlin hesabı vakti geldiğinde sorulur. O yüzden vebâl altına girmemek, vebâli boynundan atmak lazımdır.
Elindeki gücü ve imkânı, “haksızlıklar”ı, “adaletsizlikler”i, “hatalar”ı, “muhtemel menfiiyyat”ı önlemede kullanmamak büyük bir vebâl iken, bunu yapana, yapmak isteyene engel olmak, vebâl olarak bundan da büyüktür.
“Hakkı batıl ile karıştırmak” veya “hakka batılı bulaştırmak” nasıl büyük bir vebâl ise;“hakkı ve hakikati gizlemek”, açık etmek isteyeni engellemek de en az onun kadar büyük bir vebâldir. Haksızlığı veya yanlışlığı “karşıtların” yaptığında buna direnirken, “senden bildiklerin” yaptığında ses çıkarmamak, “tevil ederek meşru ve doğru gösterme”ye çalışmak vebâl olarak daha da büyüktür.
“Adalet”, öyle “yan”a ve “yandaş”a, “dost”a ve “düşman”a, “senden olan”a ve“karşında duran”a göre değişen bir şey değildir. “Mü’min insanın şiarı olan adalet”, kim olursa olsun, “herkese yaptığının karşılığını vermek”tir; “yapana, yaptığıyla mukabele etmek” esastır. “Zalim kim olursa olsun zalime karşı, mazlum kim olursa olsun mazlumdan yana” tavır almaktır adalet. Seninle aynı paralelde, aynı frekansta olanların hatalarını, yanlışlarını, suçlarını “görmezden gelmemek”, “yok saymamak”, “iyiye yormamak”, “tevil etmemek”, “gereğince ve misliyle mukabele etmek”tir. Adalet ayrım kabul etmez. “Kızım Fatıma da hırsızlık yapsa elini keserim” diyen bir Peygamber’in ümmeti olduğunu iddia edenler, adaletin ayrım kabul etmediğini de bilmeliler.
Toplumsal bütünlüğü ilgilendiren, geleceği biçimlendiren işler yapanların yaptıkları her işin, müphem kalan her çalışmanın sorulması, sorgulanması haktır. Elinde bunu soracak imkân olduğu halde sormayan, aydınlatmaya çalışmayan büyük bir vebâl altındadır; aynı kişilerin bunu yapanı, “yapmak isteyeni engelleme”si, “hakkı ketmetme”si, “hakikatlerin üzerini kapatma”sı daha da büyük bir vebaldir. Herkesi ilgilendiren konularda karar verenlerin kararlarına “mutlak olarak güvenmek” ve her ne yapıyor olurlarsa olsunlar, olduğu gibi kabul ederek “sorgulamamak”, “sormamak” büyük bir vebâldir; bunu “sorup sorgulayanı engellemek” bundan da büyük bir vebâli boynuna asmak anlamına gelir. Çünküsuçun iyisi olmaz; suçlunun da “bizden”i...
Birine “körü körüne inanıp güvenmemek”, yaptıklarını “sorgulamak”, neyi getirip neyi götüreceğini “sormak”, hikmetinden sual etmek, “müphem taraflarının açıklanmasını talep etmek”, gördüğün “hatalara işaret etmek” vb., illâ da ona düşman olduğun anlamını taşımaz. Zira “mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin velileridir ve onlar birbirlerine iyiliği emreder, birbirlerini kötülükten sakındırır.” Bunu yapmamak ilahi bir vebâli omuzlamak anlaına gelir. Bu vebâli taşımak istemeyeni önlemek az bir vebâl olmasa gerek.
Bugün sorulmayan, sorgulanmayan, sorulması engellenen hususlar yarın gelip ayağımıza dolandığında, boynumuza bindiğinde artık iş işten geçmiş olacaktır. Geri dönüş yolu da bulunmayacaktır. Bunun vebâlini taşımayı üstlenenler o gün ne yaparlar, bilemem. Ben kendi adıma, taşımak istemem.
Kitleleri etkileyen, yön veren, kanaatlerini belirleyen bir konumda bulunanlar, böyle bir imkânı olanlar daha büyük bir vebâl altında olacaklardır. Rabbimizin buyurduğu gibi:“Ama onlar mutlaka kendi yükleri ile beraber başka yükleri de, başkalarını saptırmanın vebalini de taşımak zorunda kalacak ve kıyamet günü uydurdukları iftiralardan sorguya çekileceklerdir.” (Ankebut/13)
Vebâli önemsemeyen, yaptıklarının karşılığını gün gelir bulur; ancak o zaman iş işten geçmiş olur.
Gerçi onların kendilerince bir gerekçesi vardır; “yükseklere karlar yağar üşünür, büyüklerimiz bizi bizden iyi düşünür” derler. Ancak bizim inancımızda ve fıtratımızda, “körü körüne itaat”yoktur. Olursa, sonu kötü olur. Nitekim Allahu Teala buyurur ki: “İşlerinin vebalini tattılar. İşlerinin sonucu tam bir hüsran olmuştur.” (Talâk/9) Vebâl taşıyıp da sonu hüsranla bitenler gibi olmayı kim ister?
Oysa yapılanı edebince sormak ve sorgulamak, müslümanın ahlâkından ve kişilik özelliklerindendir. Bunu bize Kur’an öğretmiştir. Hz. İbrahim’in (as) Allahu Teala’dan, nasıl yarattığını sorması bunun önemli bir örneğini teşkil eder. Bunu sormak, Allah’ın yaratma gücünden şüphe etmek anlamına değil, kalbin tatmin edilmesi anlamınadır. İnsan, yaratıcının yaptıklarından bile (hikmetinden) sual edebiliyorsa, yaratılanın yaptıklarına niçin sonsuz bir güven ve teslimiyet duysun?
Bunun vebâlini taşıyan taşısın. Herkes kendi hesabını kendisi ödeyecektir. Ben, Rabbimin ayet-i kerimede buyurduğu gibi yaklaşmak istiyorum olup bitenlere:
“Yâ Rabbi! Beni ve ailemi onların yapageldiklerin(in vebalin)den kurtar.” (Şuara/169)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.