Fasl-ı Sohbet, Varan Biiir...
Geçen gün ğayr-i Müslîm bir Rus Türkolog şu suâli sordu fakîre: “Müslüman olmak için ne yapmak gerekir?”
Heyecanlandım tabiî.
“Kelime-i Şahâdet’i açıkça, Mü’min/Mü’mine Müslümanların şâhitlik edebileceği açıklıkta söylemek yeter!” dedim.
çok şaşırdı.
“Hepsi bu mu?”
“Hepsi bu!”
“Yani ben şimdi sizin yanınızda ‘Allah’tan başka ilâh yoktur ve Muhammed O’nun kulu ve rasûlüdür/elçisidir...’ dersem resmen Müslüman olmuş mu sayılıyorum?”
“Aynen öyle! Yalnız ‘resmen’i fazla. âlemlerin Rabbi Yüce Allah’ın, azze ve celle, dîni İslâm’da birinin Müslüman olup olmadığını tasdik eden, dahası ancak o tasdik etmedikçe/uygun görmedikçe bir insanın Müslüman sayılmayacağı yetkili bir kurum ya da kurul yok!”
“Yani vaftiz türünden, ancak buna yetkili kılınmış özel ve de kutsanmış kişiler tarafından gerçekleştirilebilen özel bir âyin falan da mı yok? Ya da en azından mutlaka verilmesi gereken son derece zor bir imtihan? Edilmesi gereken kutsal bir sadakat yemini?”
“Bunların hiçbiri yok!”
“Emin misin? Belli bir süre çok özel bir eğitimden geçmek, kendini arındırmak, tam mânâsıyla hazır olmak, kıvama gelmek için çok zahmetli bir çile çekmek gerektiğinden söz etmişlerdi bana...”
“O dediklerin, âlemlerin Rabbi Yüce Allah’ın, azze ve celle, dîni İslâm’a değil, bir tarîkat ya da belki bir cemaate kabul edilebilmek için sonradan uydurulmuş dayatmalardır... İkisini birbirine karıştırma!”
“Yani, Müslüman olmak bir tarîkata ya da cemaate girmekten daha mı kolay?”
“Ha şunu bileydin! Elbette! Hem de kıyas edilemeyecek kadar kolay. Bunca zamandır tanırsın beni, hiç merak etmedin mi niye ısrarla hep, hem de hiç üşenmeden, ‘âlemlerin Rabbi Yüce Allah’ın, azze ve celle, dîni İslâm’ dediğimi?”
“Ettim doğrusu... Hem de çok. çünkü tanıdığım Müslümanlar arasında ‘İslâm’ demek yerine böyle bin dereden su getiren bir ifâdeyi kullanana hiç rastlamadım...”
“O hâlde niye hiç sormadın?”
“Açıkçası cesâret edemedim...”
“Bu kadar mı korkuttuk biz sizi? Aklınıza takılan, dikkatinizi çeken, sizi şaşırtan hatta kafanızı karıştıran bir mes’eleyi açık açık sorma cesâretini bir türlü gösteremeyecek kadar mı?”
“Eh, doğrusunu istersen, biraz öyle!”
“Biraz mı?”
“Biraz değil. öyle.”
“Yazıklar olsun o zaman bize!”
“Estağfirullah... Onu demek istemedim...”
“Sen demedin zaten, ben dedim!”
“Neyse, biz gelelim benim asıl merak ettiğim, daha doğrusu beni çok şaşırtan şu mes’eleye... Demek sizde her Müslüman, bir ğayr-i Müslim’in dininizi benimsemiş olmasını tasdik konusunda başlı başına bir yetkilidir öyle mi?”
“Aynen öyle! âlemlerin Rabbi Yüce Allah’ın, azze ve celle, dîni İslâm’ı benimsemiş olmak bu denli yüceltir, değerli ve önemli kılar ferd olarak insanı...”
“Muhteşem! Bu gerçekten de çok şaşırtıcı! Ama işin bir de sakıncalı tarafı yok mu?”
“Ne gibi?”
“Meselâ bir ğayr-i Müslîm sırf lâf, ya da, ne bileyim ben, şaka olsun diye Kelime-i Şahâdet’i söylemiş olamaz mı?”
“Yani -hâşâ- dalga geçmek için mi?”
“Ya da o anda işine öylesi geldiği için! Böyle bir kişinin Kelime-i Şahâdet’i söylediğini işitenlerin ‘Tamam! Bu kişi artık bundan böyle bir Müslümandır, bizden biridir!’ demelerinin, diğer Müslümanların da onu Müslüman olarak benimsemeleri, aralarına kabûl etmeleri için yeterli olması çok zararlı hatta tehlikeli sonuçlar doğurabilir! Hâlbuki sıkı bir imtihandan geçse ve ancak yetkili bir kurul ya da kurum iyice, nasıl diyorsunuz, ince eleyip sık dokuduktan sonra onun Müslümanlığını onaylasa, bu tehlike tamamen ortadan kalkar!”
“Yani kurumları kandırmak, ferdleri kandırmaktan daha zordur, ya da insanlar yazıya kayda geçeceğini bildikleri bir yalanı söylemekten, ağızlarından yalnızca söz olarak çıkan bir yalanı söylemiş olmaktan çok daha fazla çekinirler mi demek istiyorsun?”
“Evet, aşağı yukarı bunu demek istiyorum...”
“Anlıyorum... Bu konuda sana verebileceğim birkaç cevap, daha doğrusu getirebileceğim birkaç açıklama var...”
“Merak ve heyecanla bekliyorum...”
“Biraz sabretmen gerekecek, zira yerim çok daraldı hatta doldu!”
“Eyvah!”
“üzülme canım, sen de bu arada bizim her zaman yaptığımız gibi müteyakkız olup müteyakkız kalmaya gayret edersin!”
“O da ne demek?”
“Her zaman, her yerde ve her konuda açık ve uyanık bir zihne/akla sahip olmak ve elbette bu bağlamda hep tetikte kalmak demek!”
“Zor iş!”
“Mü’min/Mü’mine Müslümana yakışır! Hele bir de fikri hür vicdânı hür olanlarına daha da yakışır!”
“Fikri hür vicdânı hür Müslüman mı? İlk defa işitiyorum! Yeni bir tarîkat falan mı bu, ya da yeni bir cemaat?”
“Tövbe! Hâşâ! Yahu fikri hür vicdânı hür dedik, anlamadın mı?”
“Anlayamadım...”
“Sabr... Biraz sabr... Onun da sırası gelecek... Sen yeter ki...”
“Müteyakkız ol ve hep müteyakkız kal, öyle mi?”
“Aynen öyle! Aynen öyle!”