Mustafa Erdoğan

Mustafa Erdoğan

Devletçiliğin hukuka düşen gölgesi

Devletçiliğin hukuka düşen gölgesi

Yıllar önce hukuki pozitivizmi ‘devletçiliğin hukuka düşen gölgesi’ olarak nitelediğim bir yazımda (Yeni Yüzyıl, 23.3.1995) şöyle diyordum:

‘Hukukun yasa-koyucunun iradesinin ürünü olarak tanımlanması yasa-koyucunun bütün irade açıklamalarını, içerikleri ne olursa olsun, hukuk kavramına dahil etmeye yol açar. Bu tanım ayrıca, neyin doğru ve adil olduğunu belirleyenin sadece yasa olduğu düşüncesinin ve hukukun içeriğinin adalet ve benzeri değerlerden bağımsız olduğu anlayışının da kaynağıdır. Bunun içindir ki, bu öğretinin kabul edilmesi halinde, hukuka bağlı devlet ilkesinin egemen olduğu hukuk sistemleri ile böyle olmayanlar arasında bir ayrım yapılamaz. Dolayısıyla, siyasi otoritenin yetkilerinin sınırsız olduğu bir hukuk düzeni diğerleriyle aynı derecede meşru sayılır. (...)

Toplumu rasyonalist bir kurgu olarak gören anlayışın ve onun zorunlu sonucu olan hukuki pozitivizmin, sivil toplum üzerinde tam denetim kurma amacı güden ideolojilerin taraftarlarınca genel bir hüsnü kabul görmesi şaşırtıcı değildir. Çünkü, bu tür kurucu rasyonalist ideolojilerin amacı, toplumsal düzeni kendi ‘doğru’ ilkelerine göre tümüyle yeni baştan kurmaktır. Bu nedenle, pozitivist hukuk öğretisi Türk modernistlerinin sosyo-politik projelerine de çok uygun düşmüştür. Böylelikle, hukuki devletçilik sivil toplumun laikçi-rasyonalist projeye göre biçimlendirilmesinin en elverişli aracı olmuştur. Bu bağlamda, ‘sosyal bilimci’lerimiz arasında, toplumsal dinamikleri tümüyle dışlayan devletçi hukuktan yana olmak ‘ilerici’ bir tutum olarak görülmüş ve gösterilmiştir. Bu nedenledir ki; Türkiye’de hukuk sosyal bilimlerle bağlantısı neredeyse tümüyle gözardı edilen bir bağlamda ele alınmış, genellikle hukukçular da sosyal teori ve felsefe formasyonuna büyük ölçüde uzak olarak yetişmişlerdir.

Genellikle olduğu gibi, Türkiye’de de hukuki pozitivizm en çok kamu hukukçuları arasında rağbet görmüştür. Böyle olmasında esasen şaşılacak bir şey de yoktur. Çünkü, büyük ölçüde devlet örgütünün hukuku demek olan kamu hukuku esas itibariyle yasama yoluyla oluşur. Bu nedenle, yüzeysel bir bakışla, kamu hukukunun teşrii ve idari yoldan konmuş yazılı kurallardan ibaret olduğu söylenebilir. Oysa, bu kuralları özgürlük, adalet, insan hakları, hukuk devleti ve demokrasi gibi temel siyasal ideallerden bağımsız olarak düşünmek tarihsel gelişmeyi gözardı eden pozitivist bir illüzyondur. Gerçekte, kamu hukuku dahil olmak üzere ‘hukuk’ terimi tarihsel olarak bu gibi ideallerin zorunlu şartı olarak görülmüş ve bunlar uğruna mücadele edilmişken, bugün onu yasa-koyucunun irade açıklamasından ibaret saymak adeta insani değerlerle alay etmektir.(...)

Öyleyse, yüzeysel bir bakışla en kolay görünen kamu hukuku disiplinleri aslında formasyon kazanılması en zor olan hukuk dallarıdır. (...) (Meselá) Anayasa hukuku alanında asgari bir formasyon, her şeyden önce anayasacılığın tarihinden ve felsefesinden haberdar olmayı, bunun yanında genel bir sosyal ve siyasal teori nosyonuna sahip olmayı gerektirir. Hayek’in iktisatçılar için yaptığı uyarının hukuka uygulanmasıyla denebilir ki, sadece hukuk bilen ‘hukukçu’ en kötü hukukçudur.’

Bugüne gelirsek: Pozitivist hukuk düşünen adamlara değil, sadece kendisini ‘devlet memuru’ olarak gören pratisyenlere ihtiyaç duyar. Bu pratisyenlerin de tabiatıyla teoriye, hukuk teorisine bile, ihtiyaçları yoktur. Yani aslında onlar hukuk da bilmezler.

Hukukta teorinin ansiklopedik malumat demek olmadığı ise izahtan varestedir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Erdoğan Arşivi

Alarm

31 Temmuz 2010 Cumartesi 09:16