Cami çok güzel, gelsene!
Son yılların en önemli tartışma konularından biri de “muhafazakârlaşıyor muyuz?” sorusu etrafında şekilleniyor.
Bu konuda ben de iyimser olanlardanım ancak iş rakamlara vurulduğunda İsmet Özel’den ödünç alarak söyleyecek olursak, “sanırım işimiz fazlasıyla ciddileşir”. Hatırı sayılır önemli bir kesim artıyor gibi görünmesine karşın muhafazakârlığın içinin boşaldığı, öze sirayet etmekten uzak ve sözde kaldığı, o eski samimiyetin giderek kaybolmakta olduğu ve hatta kaybolduğu görüşünde.
Fakat dikkatle baktığımızda henüz bazı şeyleri yitirmediğimiz (i düşündüğümüz) yıllarda da yerli yerinde olmayan şeyler olduğunu görüyoruz. Şimdilerde müteahhit olmakla eleştirilen kimselerin mücahitlik dönemlerinde de camiler boştu örneğin, şimdi de değişen bir şey yok.
İslam şairi Mehmet Akif meseleyi daha da gerilere götürür ve 1918 yılında şu mısralar dökülür dilinden:
"Odama girdim; kapıyı kapadım; ağlamaya başladım: O gün akşama kadar İslam´ın garipliğine,
Müslümanların inhitâtına ağladım, ağladım...
“Görünmez aşina bir çehre olsun rehgüzârında;
Ne gurbettir çöken İslam´a İslam´ın diyarında
Umar mıydın ki: Mabetler, ibadetler yetim olsun
Ezanlar arkasından ağlasın bir nesl-i me’yûsun
Umar mıydın: Cemaat bekleyip durdukça minberler,
Dikilmiş dört direk görsün, serilmiş bir yığın mermer
Umar mıydın: Tavanlar yerde yatsın, rahneden bitap
Eşiklerden yosun bitsin, örümcek bağlasın mihrap
Umar mıydın: O, taş taş devrilen, bünyan-ı mersûsun,
Şu viran kubbelerden böyle son feryadı dem tutsun…”
Türkiye’de öteden beri dini hayatımızı şekillendiren dini oluşumların -istisnasız hepsinin- en büyük yanlışlarından biri müntesiplerinin cami ile irtibatını sağlamaması/kesmesi olmuştur. Daha da acı olanı ise bazı cemaatlerin bunu maddi-manevi kaygılarla ve azm-ü cezm-ü kasteylerek yapmış olmasıdır.
Birçokları cami cemaatini “avam” ya da “sokaktaki adam” olarak görüp küçümsemiş, Müslümanları sınıflara ayırarak bir nevi kast sistemine mahkum etmiştir. Bu durum, farklı cemaat ya da oluşumlara müntesip Müslüman kardeşler arasındaki mesafenin de giderek daha fazla açılmasına, dolayısıyla daha çok hizipleşmeye ve tabiri caizse tel tel dökülmeye neden olmuştur.
Yüzde 42,5 nerede?
Ezber bilgiler üzerinden konuşmayacağım. Önümde konuya ilişkin yapılmış iki araştırmanın çarpıcı sonuçları var. İçinde bulunduğumuz yılın başında Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından TÜİK’e yaptırılan ve ülkemizin dini hayatı üzerine yapılmış ilk geniş çaplı araştırma olma özelliği taşıyan araştırmanın sonuçlarına göre vakit namazlarını her zaman kıldığını belirtenler yüzde 42,5’a ulaşırken, hiç kılmayanlar yüzde 16,9 olarak belirlenmiş.
Cinsiyete göre değerlendirildiğinde ise hiç kılmayanların oranı erkeklerde yüzde 20,4 olarak ortaya çıkarken kadınlarda aynı oran yüzde 13,6’ya düşüyor. Kadınların yüzde 49,8’i vakit namazlarını her zaman kıldığını söylerken erkeklerin oranı yüzde 34,8’de kalıyor. Ayrıca yaş arttıkça namaz kılanların arttığı da gözleniyor.
18-24 yaş grubunda vakit namazlarını her zaman kılanlar yüzde 26,2 olarak ortaya çıkarken 65 ve daha yukarı yaşlarda bu oran yüzde 69,9’a yükseliyor.
Diğer bir araştırma da AGDAM tarafından geçen yıl sadece gençler üzerinde yapılmış. 29 ilde 15-30 yaş aralığında bulunan 2467 kişi üzerinde yapılan araştırmanın sonuçlarına göre ülkemizde namaz ve oruç yükümlülüğünü tam olarak yerine getiren gençlerin oranı yüzde 21,8 olarak belirlenirken yerine getirmeyenlerin oranı yüzde 78,2 olarak ortaya çıkıyor.
Lise gençliği baz alındığında ise “namaz kılar mısınız?” sorusuna olumlu cevap verenlerin yüzde 22,9’u beş vakit, yüzde 54,2’si bazen, yüzde 14,1’i de sadece cuma namazlarını kıldığını ifade etmiş, “hiç kılmam” diyenlerin oranı ise yüzde 8’ olarak belirlenmiş.
Gelin, camide dünya kelamı konuşalım!
Genel olarak düşünüldüğünde rakamlar umut verici ancak camilere baktığımızda tüm oranların dibe vurduğunu ve “namazımı kılarım” diyenlerin yüzde birini olsun camilerde göremiyoruz. Hem ülke hem de İslam alemi olarak tek kurtuluş yolumuzun birlikten geçtiğini ve bu birliği sağlayabilecek en önemli mekanların da camiler olduğunu unutuyoruz.
İşte buradan yola çıkan Diyanet İşleri Başkanlığı her yıl Ekim ayında kutlanan Camiler ve Din Görevlileri Haftası’nın bu seneki temasını çok yerinde bir kararla “Cami ve Gençlik” olarak belirledi. Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, gençleri camilere davet etti ancak bu çağrıyla amaçlarının cami cemaatinin sayısal olarak çoğaltılmasından ibaret olmadığını vurguladı.
Görmez, asıl amaçlarının başkanlığın “üç büyük hizmet kusuru”nu beraberce konuşup çözüme kavuşturmak olduğunu söyledi.
Görmez bu üç büyük hizmet kusurunu da camileri gençlerin anlam arayışına cevap veren mekanlar olarak tasarlayamamak, bu çağın gençlerine hitap edecek yeni iletişim ve din dilini inşa edememek ve cami cemaatini gençlerle doğru iletişim kurabilecek bir bilgi ve donanıma sahip kılamamak olarak açıkladı.
Son maddeyi örnekleyen Görmez, camide kendi aralarında bir iki kelam etmeye kalkan gençlerin hemen büyükleri tarafından “camide dünya kelamı konuşulmaz.” diyerek uyarıldığını hatırlattı ve gençlere bir çağrıda bulundu:
“Diyanet İşleri Başkanı olarak, bütün gençlere çağrıda bulunuyorum: Camiye gelin, birlikte dünya kelamı konuşalım! Yeter ki, kelamımız güzel, hoş, anlamlı ve faydalı olsun.”
Ben Başkan Görmez’in bu çağrısına sadece gençlerin değil, namazlarını evde kılanlar da dahil olmak üzere herkesin kulak vermesi gerektiğine inanıyorum.
Yıllardır “ne zaman adam oluruz?” sorusunun cevabını arayanlara İslam şairi Mehmet Akif Ersoy’un verdiği rivayet edilen cevabı hatırlatarak bitirelim: Cuma namazına gelen cemaat, sabah namazına da geldiği zaman.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.