Bu Film, Ahıska Türklerine İhânettir
Okul inşâatı için eşi ve çocuklarıyla Kazakistan’a giden Yunus Öğretmen’in hizmet aşkı yüzünden karısı ile arası açılınca, orada tanıştıkları Cennet Teyze, Yunus’un eşi Dilek’e vefâ ve aşk üzerine bir hikâye anlatır. Hikâye, kendi hikâyesidir. 2. Dünya Savaşı’nda Nazilerin çalışma kampına götürüldükleri trenden atlarken eşi Niyaz, önce atlamış; kendisini ise son anda asker yakalamıştır. Cennet Teyze o gün bugündür eşini beklemektedir.
Şuan vizyonda olan "Birleşen Gönüller" adlı filmden söz ediyorum.
Buraya kadar iyi, güzel. Bildiğiniz hizmet hikâyelerinden birisiyle başlayan film, Cennet Teyze’nin göz yaşartan hikâyesi ile devâm ediyor. Çekimler de müzik de güzel. Oyuncular da çok başarılı. Özellikle Fikret Hakan.
Cennet’in eşi Niyâz, Ruslarla birlikte omuz omuza, Almanlar’a karşı savaşıyor. Hatta, bir Rus subayın hayâtını kurtarıyor. Köylerinin Almanlarca işgâlini duyduğunda, Cennet’i kurtarmak için kaçıyor. Bu Rus subayı, kaçmasına göz yumuyor. Yolda Almanlara yakalanıyor. Bu arada Cennet, kendilerine sığınan bir Rus kızını sakladığı ve ele vermediği için Almanlar, bütün köy halkını trene doldurup çalışma kampına götürüyor. Trende karşılaşan Niyâz ve Cennet, başarısız atlama sonucu ayrılıyor. Cennet, çalışma kampına; Niyâz, meçhûle gidiyor.
Kamptaki sahneler, bildiğiniz holokost filmi sahneleri. Naziler , işkence, katliam. Cennet kamptan kaçmayı başarıyor. Hikâyesi bitince de “Şartlar mecbûr etti. Sürüklendik buraya.” diyor.
Yuh olsun! Yazıklar olsun!
Senaryo, gerçek bir hikâyeye dayanıyor. Eve dönünce, internetten, Harun Tokak’ın, Yeni Şafak’ta bu hikâyeyi anlattığı yazısını buldum. Yazı, 2007 yılına âit. Senaryonun uyarlandığı Niyâzi Sanlı’nın “Aşka Son Bakış” romanı daha eski. Kim önce kim sonra yazmış derdinde değilim. Her ikisinde de hikâye, Ahıska Türklerinin 14 Kasım 1944 gecesi mârûz kaldığı Stalin zulmü ile başlıyor. Yâni, bu zulmü yapanlar Naziler değil. Evet İkinci Dünya Savaşı’nda Nazi kamplarına düşen Kafkas Türkleri var ama, bu hikâye, o hikâyelerden birisi değil.
Gerçekte, iki sevgiliyi ayıran Rus zulmü iken filmde değiştirilip Nazi zulmü olarak anlatılması niye? Niye holokost güzellemesine çevrilmiş? Niye filmde, Rusların Türklere yaptığı zulüm ve katliâmdan eser yok?
“Subliminal” diyeceğim; değil. Göstere göstere.... 1944’de Batum’da başlayan ve Ahıska Türklerine âit olan bu hikâyeyi, 1942’de Kuzey Kafkasya’da olmuş olarak anlatmak niye? Rusları aklayıp suçu Nazilere yüklemek niye?
Birincisi; bugüne kadar Yahudi yönetmenlerin çevirdiği holokost filmleri misâli bir film yaparak İsrail’e, “Gönlümüz sizinle bir.” mesajı veriliyor.
İkincisi, Stalin’in yaptıklarından hiç bahsetmeyerek, Rusya’ya zeytin dalı uzatılıyor. Cennet Teyze’nin, “Şartlar mecbûr etti. Sürüklendik buraya.” cümlesi, “Sonra da Ruslar bizi vatanımızdan koparıp buraya sürdü.” şeklinde olmalıydı. Hadi, İsrail’e olan zeytin dalını gündemden dolayı biliyorum ama, Ruslara uzatılanın sebebini anlayamadım.
Filmdeki çocuğun adı Bedel. Herşeyin bir bedeli var teması için iyi bir seçim. Merâk ediyorum, Holywood’un Sofya’daki Nu Boyana stüdyolarını kullanmanın bedeli ne? Rusların zulmünden bahsetmemenin bedeli ne?
“Filmle ilgili eleştirilere bir bakayım, işin bu tarafına işâret eden varmı acaba?” diye merâk ettim. Nerde.... Âilesi Batum’dan gelmiş ve Rus zulmü görmüş olan MHP Milletvekili Ruhsar Demirel filmi övmüş. Bu tarafından bahis yok. Cemaat, MHP’ye sızmayı denemiş de başaramamış öyle mi? Peh..peh..peh... Rusların, Türklere yaptığı zulme hassas olan partinin vekiline bakın. Anlaşılan “Okyanus Ötesi” diye sayıp sövdükleri cemaat, Ak Parti ile bozuşunca, birden gözlerine gönüllerine hoş görünmeye başladı.
Sonra, Zaman gazetesinin haberini gördüm. Bende sandım ki bir şey yakaladım. Adamlar filmdeki çalışma kampı sahnelerinin, Piyanist ve Hayat Güzeldir gibi holokost filmleri sahnelerine benzemesinden dolayı övünüyor. Şecaat arzederken sirkâtin söylemek, bu işte. Struma Fâciâsı için anma programı yapanların, holokost filmi yapması çok normal. Bunu da komplocu olduğuma veya peşinen cemaat düşmanlığı yaptığıma yoracaklara ithâf ediyorum.
Bundan başka, bir de şu hizmet kısmına gelelim. Filmde, en çok dikkâtimi çeken şeylerden birisi, başörtüsüne konulan mesâfe. Aynı, cemaatin yeni gazetesi Millet’in reklamında olduğu gibi. 90’lı yılların, değil başı örtülü, ağzı burnu örtülü cemaat öğretmenlerini iyi bildiğim için bu mesâfeyi şöyle yorumladım. Ak Parti ile evliyken başlar örtülüydü. Boşanınca, Ak Parti simgesi diye başörtüye mesâfe koyuyorlar akıllarınca. Ne de olsa füruattan... Merâmımı daha iyi anlatmak için bir örnek nakledeyim. Sürekli, CHP’li hanımların tâcizlerinden şikâyet eden ve oyunu Ak Parti’ye veren cemaat mensûbu bir hanımın, 17 Aralık’dan sonra, bu bahsi kapatıp sürekli başörtülülerin ne kadar ahlâksız olduğundan yakınmaya başladığına şâhidim. Oyunu da CHP’ye verdi. İşin komik tarafı bu hanım başörtülü. Daha ne diyeyim? Cemaat medyasının, bir HSYK üyesini, başörtülü olduğu için hedef göstermesini diyeyim, tamam olsun.
Bir de Yunus öğretmenin, filmi seyreden cemaatçileri duygulandıran, ama beni sinirden güldüren hizmet aşkı var. Sabah inşaata giderken “Kahvaltı etmiyor musun?” diyen eşine, baygın gözlerle “Bizim kaybedecek bir dakikamız yok.” diyen Yunus öğretmene bir çift lafım var.
Sabaha kadar horul horul uyu; sıra, eşin ve çocuklarla kahvaltı etmeye gelince bir dakikan olmasın. Beş dakika daha erken kalksana. Kaybedecek bir dakikan yoksa gece niye uyudun?
Hizmetin abileri çağırınca veya emredince kurulu saat gibi rap rap hizâya girmenin adının “yardan, çocuktan geçmek” diye sunulması, kusura bakmayın da beni hiç duygulandırmıyor. İtaat eğitiminin en önemli safhalarından birisinin âilen mi hizmet mi tercih noktası olduğunu hepimiz biliyoruz. Cemaate giren gençler, önce âilesinden uzaklaştırılır. Evlenenler, âilelerini ihmâl ederler. Eğitimi başarıyla tamamlayanlar, emir ve görüşlere hazırdır artık. Yalnız bu, hizmet ehli gariban Anadolu çocukları için geçerlidir. Zengin cemaatçilerin çocuklarını, sahada sürünürken göremezsiniz. Onlar okul inşaatında falan çalışmaz. Okullara öğretmen olmazlar. Babalarının işini devralıp ultra-lüks hayatlarına devâm ederler. Hoş, bu ayrım, her kesimde böyledir ya...
Yağmur, Yunus’un hasta çocuğunu ve onu kucağında taşıyan hanımını sırılsıklam ıslatırken, Yunus’un ıslanmasın diye inşaat malzemelerinin üstünü örtüşü Elif’in Kağnısı’na götürdü beni. Duygulandım mı? Hayır. En sıradan bir inşaatta bile yağmur yağdığı zaman malzemenin üstü örtülür. Bunu romantiğe bağlamaya gerek yok.
Ayrıca, bildiğim kadarıyla bu okullar, yapıldıkları ülkelerde Türk Kolejleri olarak anılıyor. Yâni, özel okul. Yâni, paralı. Filmde, fakir ülkelerin fakir çocuklarına eğitim hizmeti götürülmüş algısı oluşturulmuş.
Biraz da zaman ve mekân sorunundan bahsedeyim. Cennet ve Niyâz’ın düğünü, güzel bir bahar (belki yaz) günü, yeşil bir çayırda yapılıyor. Ertesi gün, hemen kış geliyor. Cennet’in çalışma kampında koynunda bebek saklaması çok abartılmış. Doğum trende, 1942’de oldu. Kamptaki askerler yakında savaşın biteceğinden bahsediyor. Bebek, hâlâ annesinin koynunda. Bir türlü büyümedi. Niyâz’ın kaçış sahnesi de hatâlı. Kuzey Kafkasya’dan batıya doğru giden bir trenden atladı. Koşa koşa askerlerden kaçarken Türkiye sınırına yaklaştı. Hikâyenin coğrafyasını değiştiren senarist, Niyâz’ın Türkiye’ye gelişine mantıklı bir çözüm bulmalıydı. Meselâ, Mavi Alaylar gibi. Yok yok burada, Nazilere vuramazdı. Hem de işin ucu, gelir CHP’nin dış Türkler politikasına dayanırdı. Bu konuya girmek yürek ister, yürek..
Cennet ile Niyâz’ın aşkına gelince... Kavuşma sahnesinde, ciddi ciddi ağladım. Beklemenin estetiği, beklemenin asâleti bu kadar güzel anlatılır. Ben, bu aşka, âşık oldum.
Böyle muhteşem bir sevda hikâyesini, holokost filmine çevirenleri kınıyorum.
Bu film, Rus zulmü yüzünden ayrı düşmüş olan Cennet ve Niyâz’a saygısızlıktır.
Bu film, Ahıska Türklerine, Filistin’e, Mavi Marmara’ya hakârettir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.