Ahlaklı olmalıyız Rasim!
Geçtiğimiz Haziran ayında Türkiye Diyanet Vakfı Kadın, Aile ve Gençlik Merkezi tarafından düzenlenen “Birazdan Gün Doğacak” başlıklı panelde Rasim Özdenören “Nuri Pakdil’in Devrimciliği”ni anlatmış, onun en önemli yanının “ahlak” olduğunu söylemişti. “Pakdil serapa ahlak ve ilkedir.” diyen Özdenören, onun bir zaman kendisine söylediği “Ahlaklı olmalıyız Rasim!” sözünün de hiçbir zaman aklından çıkmadığını söylemişti.
Türkiye yine ve yeni bir faciayla daha karşı karşıya. 18 canımız üç gündür yerin metrelerce altında. Her yeni faciada bir kez daha yerle yeksan oluyor yürekler. Ve enkazdan hep aynı hikayeler ve hep aynı çaresizlik çıkıyor.
Gece vardiyasında olmasına rağmen o gün gündüz işe çağrılanlar, hem eşi hem kardeşi içeride olanlar, iki hafta önce evlenenler, eşi o gün doğum yapanlar, babası da madene kurban gidenler…
Bizim bildiğimiz, madenlerde yalnızca göçük ya da gaz zehirlenmeleri olurdu. Şimdilerde o kadar tuhaf oldu ki her şey, akla hayale gelmedik ölüm şekilleri görülür oldu. Ne diyordu İsmet Özel?
“Ölümle şaka olmaz diyenler,
Kıyasıya yanıldılar bu çağda.
Taksitle ölüm diye bir roman yazıldı artık.
Önce Öl/Sonra Öde denilmek suretiyle,
Aşılıp geçildi bu roman da.”
Kadere inanan bir Müslüman olarak ölüme, ecele bakışımız elbette “cumhuriyeti kutlamamak için düzenek kurdular” diyenler gibi olamaz ancak durum, yine de böylesi ölümlerin üçüncü dünya ülkelerine ve maalesef daha acısı da Türkiye’ye özgü ölümler olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Her gün ekonomideki büyümeden, yurtdışındaki itibarımızın ne kadar yükseldiğinden “yeniden Osmanlı”dan ve “yeni Türkiye”den söz edip dururken yaşadığımız bu türden olaylar, bulunduğumuz kuleden aşağıya inip aynaya bakmamızı ve daha kat edilecek ne kadar mesafemiz olduğunu görmemizi de sağlıyor.
Her gün boy ölçüşüp meydan okuduğumuz Avrupa’nın madenlerinde onlarca yıldır grizu patlaması bile yaşanmazken bizim maden bile denemeyecek kör kuyularımızda grizu şöyle dursun, yangın ve sel nedeniyle ciddi can kayıpları yaşanıyor olmasını izah edecek kelime bulmakta zorlanıyor insan.
Madalyonun öbür yüzü daha da vahim. Özellikle son yıllarda giderek yükselen bir trend haline gelen, ağaçtan düşen bir yapraktan yağan yağmura kadar alakalı alakasız yaşanan her olumsuzluktan sadece hükümeti sorumlu tutma anlayışının artık kabak tadı verdiğini söylemeliyim.
Bu anlayış, en kaba haliyle Gezi olaylarında sokağa çıkıp etrafı savaş alanına çevirenlere “vatansever gençlerdir” diye alkış dağıtıp “alınlarından öpüyorum” diyen ana muhalefet liderinin, yaşanan ölümlerin ardından hükümeti sorumlu tutarak hükümet üyelerini “elleri kanlı” diye itham eden sığ ve ahlaksız söyleminde ortaya çıkmıştı.
Aynı alçaklığı daha dün halkı Kobani için direnmeye ve sokaklara çağıran zihniyette de defalarca gördük, görüyoruz.
“Tedbirsiz takdir olmaz” demiş, eskiler. Yeterli tedbirleri almayan yetkilileri ve hükümetin sorumluluğunu elbette göz ardı etmeyelim. Ancak acıyı en derinden yaşayan, ateşin düştüğü yerde olanların öfkeyle söylediklerini bir kenara bırakacak olursak ilgili ilgisiz bir sürü kimsenin adeta ölü sevici gibi en küçük bir olumsuzluktan “acaba hükümeti yıpratabilir miyiz” diye felaketzedelerin acılarını da istismar ederek nemalanmaya çalışmalarını anlamak mümkün değil.
Daha düne kadar bırakın bir cumhurbaşkanını, başbakanı ve hatta bakanları bile halkın arasında, vatandaşıyla yan yana (hele hele kötü gününde) görmek mümkün değilken bugün en olumsuz durumlarda dahi vatandaşının huzuruna çıkabilen idarecilerini her daim karşılarında ve yanlarında görenlerin işi şımarıklığa vurup kameralar önünde bakanlara, başbakana ve hatta cumhurbaşkanına ulu orta, yakışıksız ve nezaketten uzak cümlelerle hesap sorması, inanın kabak tadı verdi.
Hükümetin yapabileceği şey, sadece yasal düzenleme yapmaktır. Soma faciasından sonra yaptı da. Ama sonuç ortada. Demek ki sorun yasal düzenlemeyle halledilemeyecek kadar derin ve büyük.
Tıpkı deve-boyun hikayesinde olduğu gibi. Vatandaş her türlü naneyi yesin ama hükümet dürüst olsun. Vatandaş sahtekar olsun ama hükümet hukuktan ayrılmasın, devlet 4 4 lük olsun. Hayır, hayır mesele tam olarak bu da değil aslında, daha da karışık.
Örneğin şöyle: Vatandaş her türlü rüşveti, yolsuzluğu, adam kayırmayı yapsın, devlet de “ben” söz konusu olduğumda verdiğim rüşveti alarak işimi yapsın, denetimlerde uzmanlar ellerine sıkıştırdığım çorba parasını alsın da beni görmesin ama eğer ben ya da bir yakınım ölecekse denetimleri tam yapsın, kimsenin gözünün yaşına bakmasın. “Ben” faydalanacaksam eğer, torpil yapsın ama zarar göreceksem zinhar bulaşmasın…
Ne diyelim, söylenebilecek tek bir şey var:
Ahlaklı olmalıyız Rasim
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.