Muharrem, Âşûrâ ve Zalimlerin Akıbeti
Dün 10 Muharrem 1436 “Âşûrâ Günü” idi. Hak ve hakikat adına zulme ve haksızlığa karşı kıyam eden Hz. Hüseyin (r.a) Kerbelâ’da 10 Muharrem günü şehid edildi. Efendimizin (s), “Cennet gençlerinin efendisi” diye övdüğü mübarek torunu Hz. Hüseyin’in (r.a) 70 müminle birlikte hunharca şehid edilmesini yüreklerimiz dilhûn olarak yaşadığımız bugünler, hem Ehl-i Beyt sevgimizi tazelemeye, hem de çağın Yezitlerine ve zalimlere karşı kararlı tavrımızı diri tutmaya vesiledir. Ayrıca Efendimizin (s.), 9-10-11 Muharrem’de tutulmasını tavsiye ettiği “Âşûrâ Orucu” bizi “ötelere” kanatlandırır.
Savaşılması ve kan dökülmesi haram olan dört “Haram ay”dan biri olan Muharrem ayı, şu hadis-i şerife göre, “Şehrullah” yani “Allah’ın ayı”dır. “Ramazan ayından sonra en faziletli oruç (ayı) şehrullah olan Muharrem ayıdır. Farz namazdan sonra en efdal namaz da gece namazıdır.” (Müslim, Sıyâm 202; Ebu Davud, Savm 55; Tirmizî, Salât 324; Nesâî, Kıyamu’l-Leyl 7)
İslâm âlimleri 10 Muharrem’de oruç tutmayı sünnet; 9-10. veya 10-11. günlerde tutmayı ise, Yahudilere benzememek için güzel görürler. İbn Kayyım el-Cevziyye, Zâdü’l-Me’âd’ında; Efendimizin (s.), Âşûrâ orucuna, diğer günlerde tutulan oruçlardan daha fazla önem verdiğini kaydeder.
Âşûrâ orucu ile ilgili rivayetlere göre: Rasûlüllah (s.) Medine’ye geldiği zaman Yahudilerin Âşûra günü oruç tuttuklarını görür ve bunun ne orucu olduğunu sorar. Cevap olarak şöyle derler:
-‘Bugün, iyi bir gündür. Allah, İsrailoğullarını Firavun’un zulmünden bugün kurtarmıştır. Musa (a.s.) Allah’a şükür için bugünde oruç tutmuştur. Biz de tutarız.’ Hz. Peygamber (s.);
-“Biz Musa şeriatına sizden daha yakınız” der ve o gün oruç tutar; ashabına da tutmalarını emir buyurur. Bu olay, Ramazan orucu farz kılınmadan öncedir. Ramazan orucu farz kılınınca, “İsteyen bu günde oruç tutsun, istemeyen de tutmasın” buyurur. (İbn Mâce, Sıyam 41; Buhârî, Sıyâm 69)
Hz. Âişe (r.anhâ) ise der ki: “Cahiliye devrinde Kureyş, Âşûrâ gününde oruç tutardı. Hicretten önce Rasûlüllah da (s.) Âşûrâ orucu tutardı. Medine’ye hicret ettikten sonra bu oruca devam etti. Ashabına da tutmalarını emretti. Ertesi yıl, Ramazan orucu farz kılınınca, Âşûrâ günü orucunu bıraktı, isteyen bu orucu tuttu, dileyen de bıraktı.” (Buhari, Savm 69; Müslim, Sıyâm 115; Muvatta, 33, Ebu Dâvud, Savm 64; Tirmizi, Savm 49)
Âşûrâ günü doğduğu rivayet edilen ve Kâbe’yi inşa eden Hz. İbrahim’in (a.s) hatırasına hürmeten Arapların bu günü yaşattıkları tahmin edilir. Hz. Mûsâ (a.s) ve Beni İsrail’in Firavun’un elinden Âşûrâ günü kurtulduğunu ve Hz. Nuh’un gemisinin Cûdî dağına aynı gün oturduğunu söyleyen Yahudileri Hz. Peygamber’in (s.) tekzip etmemesi, hatta “Biz Musa’ya sizden daha lâyığız” diyerek bu günde oruç tutulmasını emretmesi, Âşûrâ’nın Hz. Nuh’tan itibaren ilahî dinlerde önemli bir yer tuttuğunu gösterir.
Rivayetler bir araya getirildiğinde; Âşûrâ gününün şu olaylardan kaynaklandığı iddia edilmiştir:
-Hz. Musa (a.s) ve İsrailoğulları, denizin yarılması ile Firavun’un zulmünden bugün kurtulmuştur.
-Hz. Nûh’un (a.s) gemisi bugün tufandan kurtulup Cûdî dağının tepesine oturmuştur.
-Hz. Âdem’in (a.s) tövbesi ile Hz. Davud’un (a.s) tövbesi bugün kabul edilmiştir.
-Hz. Yûnus’un duası bugün kabul edilip balığın karnından çıkmış; Hz. Eyyûb (a.s) bugün şifa bulmuştur.
-Hz. Mûsâ (a.s) ve Hz. İsâ (a.s) bugün doğmuş; Hz. Süleyman’a (a.s) bugün mülk verilmiştir.
-Hz. İbrahim (a.s) bugün Nemrut’un ateşinden kurtulmuştur.
-Hz. Yusuf (a.s) bugün kuyudan çıkarılmış; Hz. Yakub (a.s), oğlu Hz. Yusuf’a bugün kavuşmuştur.
Aşura tatlısının menşei de Hz.Nuh’un gemisinde son kalan erzakın karıştırılıp pişirilmesine dayanır.
Kitaplarda yer alan bu olayların Âşûra Günü olmuş olması ise muhtemeldir. En doğruyu Allah bilir.
Ancak, bir kısmını Efendimizin duyup itiraz ve tekzip etmediği bu büyük icabet, mazhariyet, lütuf ve kurtuluşların, eğer ümmet lâyık olursa günümüzde de gerçekleşeceğinin bilinci içinde ibadet, dua ve niyazlarımızı çoğaltmak gerekir. Yukarıda adı geçen peygamberlerin zalimlere karşı mücadeleleri ile Hz. Hüseyin’in zulme karşı kıyam edişini bir “direniş bilinci” olarak bugüne taşımak görevimiz olmalı.
Bilelim ki, biz Müslümanlar, o Tevhid erlerinin kutlu yolunu izleyerek zulme karşı hep birlikte kıyam eder ve sabredip direnirsek; “Zalimler pek yakında nasıl bir inkılap ile devrileceklerini bileceklerdir!” (Şuarâ 227) . Yine Kur’ân’da, Rabbimizin, inkârcı zalimlerin yüzlerine haykırılmasını emrettiği şu vaat en kısa zamanda tecelli edecektir: “İnkâr edenlere de ki: Pek yakında mağlup olacak ve Cehennem’e sürüleceksiniz! Orası ne kötü yerdir!” (Âl-i İmrân 12) Bu âyetin Bedir Savaşı öncesinde müşrikler hakkında indiği rivayet edilmişse de, zalimlere ve kâfirlere karşı “hak ve hakikat” adına kıyam edilen her zaman için geçerli ebedi bir yasa olduğu bilinmelidir. “Azîzün Züntikâm” olan Allah asla vaadinden dönmez.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.