“Rüzgârımızı” Kaybetmemek İçin...
Rabbimizin çevresini ve kendisini mübarek kıldığı, kutlu Peygamberimizin (s) İsrâ ve Mîrâcolayına mekân olan, ilk kıblemiz Mescid-i Aksâ’nın Siyonist kâfirler tarafından işgal edilip çiğnenmesi ve Kur’ân mushaflarının yerlere atılması karşısında (bir kaç tepkisel açıklama hariç) Müslüman dünyanın sergilediği korkak, sinik ve silik tavır, ümmet olarak içinde bulunduğumuzhâl-i perişân üzerinde derinlemesine düşünmeyi, doğru değerlendirmeler yapmayı ve hiç vakit kaybetmeden çareler aramayı gerekli kılıyor.
Kur’ân-ı Mübîn, Enfâl sûresinin 46. âyetinde; müminleri bu duruma düşmemeleri için şöyle uyarır:
“Allah ve Rasûlünün buyruklarına kesinlikle uyun! Birbirinizle çekişip-didişmeyin; sonra zaafa düşüp-korkaklaşırsınız ve rüzgârınız gider. Sabredip-direnin, çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.”
Âyet-i kerime, Müslümanların, Allah ve Rasûlünün (s) buyruklarına gereği gibi itaat etmemelerinin kaçınılmaz bir sonucu olarak kendi aralarında ihtilaf ve ayrılıklara/aykırılıklara düşeceklerini (Âl-i İmran, 103’te de, Allah’ın ipine/Kur’ân’a hep birlikte sımsıkı sarılmazlarsa, tefrikaya düşeceklerini), birbirleriyle çekişip didişeceklerini; böylece kardeşlik, birlik ve beraberlik duygularının zayıflamasıyla da topyekün zaafa uğrayıp sinik, silik ve korkak bir topluluk haline geleceklerini, insanlık âleminde bir etkinliklerinin, ağırlıklarının kalmayacağını haber veriyor ki, İslâm âlemi maalesef bugün bu yürekler acısı hâli yaşıyor.
Şehid Seyyit Kutub, “Fî Zılâli’l-Kur’ân” isimli tefsirinde, Enfal, 46. âyeti açıklarken, ihtilafların çekişme ve didişmeye dönüşmemesi için, hep birlikte Allah ve Rasûlünün buyruklarına uymanın vazgeçilmezliğini vurgular: “İnsanlar ancak birden fazla komuta ve direktif merkezine uymak durumuyla karşı karşıya kaldıklarında, görüş ve düşünceleri yönlendirici olarak insan arzusuna itaat ettiklerinde, çekişmeye düşerler. İnsanlar, Allah’a ve Peygamberine teslim oldukları zaman -karşılaşılan soruna ilişkin olarak birbirinden farklı bakış açılarına sahip olsalar bile- aralarındaki çekişmenin en başta gelen sebebi ortadan kalkmış olur. Çünkü çekişmeye neden olan insanların farklı görüşlere sahip olmaları değildir. Gerçek ortaya çıktığı halde insanı, görüşünde ısrara sürükleyen ihtirastır, arzudur. Bu da, insanın kendi “şahsını” terazinin bir kefesine, “gerçeği”de bir kefesine koyması ve daha baştan “şahsını” tercih etmesidir.”
Müslümanların, görüş ve düşüncelerini yönlendirenlerin beşeri zaaflarla malül tezlerini “gerçeğin ta kendisi” gibi algılayıp bunları Kur’ân ve Sünnet’in önüne geçirmelerinin sonucudur ki, bugün ihtilaf ve tefrikalar kavga ve nizaya, çatışma ve kan dökmeye dönüşmüş bulunuyor. Bu da bizi“feşel”e düşürüyor.
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır merhum, bu âyetin tefsiri meyanında; “Aranızda niza etmeyiniz ki “feşel”e düşersiniz; yani ‘zayıf, tembel, çekingen ve korkak olursunuz, salaklaşır, yılgınlaşırsınız’; ve rüzgârınız kesilir, havanız söner, ağırlığınız kaybolur, devletiniz gider” der (Hak Dini Kur’an Dili). Rağıb el-İsfahanî de “el-Müfredât”ında, “feşel” kavramını; ‘korkaklıkla beraber zayıf olma (hâli)’ şeklinde açıklar.
“Ve tezhebe rîhuküm!”(Ve rüzgârınız gider!) Birbirinize düşer, birbirinizle mücadele eder, birbirinizin boynunu vurmaya başlarsanız rüzgârınız gider; heyecanınız kaybolur, enerjiniz tükenir, gücünüz azalır, gayretiniz kesilir, sinikleşir ve silikleşirsiniz; dayanışma ruhunuzun, kardeşlik bilincinizin, birlik-beraberlik duygularınızın yok olmasıyla da devletinizi kaybedersiniz ve dünyada hiçbir ağırlığınız, etkinliğiniz kalmaz.
Burada hatırla(t)malıyız ki, bizi başarıya götürecek olan asıl “rüzgâr”, Allah’ın lûtfu ve yardımına lâyık olmak ve onu celbetmektir. Nitekim, Râzi Tefsir’inde Enfal 46. âyetle ilgili olarak Mücahid’in şu görüşüne yer verir: “Rüzgârınız gider” demek, “size olan ilahi yardım gider”demektir (Fahruddin er-Râzi, Tefsir-i Kebir).
İşte meselenin püf noktası burasıdır! Hz. Ömer (r.a), cepheye giden komutanı Sa’d b. Ebî Vakkas’a (r.a) bir mektup yazarak; onu ve ordusunu, ‘düşmandan ziyade günahlar/zulümler konusunda dikkatli olmaları; fazilet ve takvayı terketmemeleri’ konusunda uyarır ve der ki:“Müslümanlar, ancak düşmanlarının Allah’a karşı isyanları sebebiyle yardım olunuyorlar.Eğer bu olmasa, bizim onlara karşı hiçbir kuvvetimiz yoktur. ... Fakat günahta onlara eşit olursak, kuvvette onlar bize üstün hale gelir... Allah yolunda bulunduğunuz halde Allah’a karşı günahlar işlemeyin!...” (Seyyid Sabık, Fıkhu’s-Sünne, Pınar y., 1987, 3/345)
İmdi; ümmet, Allah ve Rasûlünün buyruklarına uyup sabredeceği yerde, “farklı direktif merkezlerinin” buyruklarına uymaları, niza ve günahları/zulümleri sebebiyle Allahın lûtuf ve yardımını celbedemez oldu!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.