İlk yazı her zaman manidardır
Sayısız gazete ve dergi çıkardım. Hepsinden de Başlarken diye yazdım. Yazı yazmanın fazileti, sorumluluğu, gerekçeleri hakkında bir sürü ahkâm.
Her birinde elbette hedef kitleye yönelik bir gelecek kurgusu beyanı söz konusuydu.
Şimdi yeniden bir günlük gazetede yazmaya başlıyorum. 1980 öncesi Millet ve Hergün’de yazmıştım. Sonra darbe oldu. Zindana girdik iki yıl yattık çıktık. Tekrar gazete çıkarmaya koyulduk. Üç kişi gazete çıkardık, günlük. Adı Millet. Ne kadar hasbiydik. Erol Güngör başyazarımızdı. Ben tam bir sayfa hazırlıyordum. Her gün. Adı: Hayatın İçinden.
Kimler yoktu ki. Galip Erdem, Arvasi, Cemil Meriç, Erol Güngör, Mustafa Necati Sepetçioğlu, Ahmet Bican Ercilasun, Taha Akyol (Mustafa İlker adıyla yazardı, yani oğlunun adıyla), Sadık Kemal Tural, Naci Bostancı, Vedat Bilgin, Nihat Genç, Ahmet Çiğdem, Nuri Gedik, Alper Aksoy, Necmettin Hacıeminoğlu, Ayvaz Gökdemir…
Sonra Gündüz gazetesi, Yeniçağ, Ayyıldız, Son Çağrı..
Dergiler, başlangıç daha ortaokul yılları… Üniversitede Hasret Genç Arkadaş ve Nizam-ı Alem dergilerini çıkardık. Ben çıkardım demem bazıları gibi. Gönül ehli aynı yastığa aynı koltuğa aynı sandalyeye ya da bobine serilip uyuyakalmış fedakâr Anadolu çocuklarının örgütsel mücadelesi içinde çıkardıkları hür tefekkürün kalesi diye tarif olunmak istenen dergiler…
Başka dergiler de var, mesleki dergiler. Tarım ve Köy, TOK, Yeni Türkiye, Türk Yurdu, Haber Ajanda, Ziraat Mühendisliği, Standard ve daha birçok mesleki dergi…
Epeydir bir mevkutede yazmıyorum. Yakın zamanda sanal ortamda tweet atarken tuşlara dokunurken şiir yazmak ve hiç olmazsa sanal ortama biraz estetik katmak uğraşısındaydım. Hasta yatağında insan biraz da zihnî melekeleri ve duyarlılığı konusunda rahat mı yahut özgür mü bilemem ama kafasına geleni yazıyor gibi…
Yazmak… Ama önce okumak… Önce kelam vardı diye başlar ya Tevrat. Oku Rabbinin adıyla diye Kur’an. İnsan okumadan ne yazabilir? Bugün maalesef basında, siyasette, iş dünyasında ve akademyada insanımız okumuyor. Yani mesele okuma yazma meselesi değil. En iyi tahsil görmüşler ve toplumun en üst kalbur tabakası yani okumuyor. Dinlemiyor da.
Cemil Meriç’in dediği gibi “kime anlatacaksın o zaman”?...
Ama olsun insan, okur. Okur insan. İnsanla buluşmaya geliyorum.
Okurla buluşmaya…
Akaf’imizin Safahat’ına başlarken “Bana sor sevgili kari / Sana ben söyleyeyim/ Ne hüviyette şu karşında duran eş’arım/ Bir yığın söz ki samimiyettir ancak hüneri” uyarısına hürmeten ben de samimiyet sözü veriyorum. Kolay söz olmadığını biliyorum. Samimiyetten daha büyük bir hüner de kitabımda bulunmuyor. İçtenlik karşılar mı bilmem. İstersen o da olur. İçten yani entelekt yaratıcılık. Kendine dair. Kendinden. Dışarıdan empoze değil içerden feyezan…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.