DEVLET BAHÇELİ’NİN TALEBİ DİKKATE ALINMALI
MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli bir açıklama yaptı. Elbette bir muhalefet partisi olarak iktidarı eleştirdi fakat sözlerinin arasında dikkat çekici, belki de tarihe geçecek yargılama refleksini daha anlamlı bir çizgiye taşıyacak yaklaşımlar bulunuyordu.
Bir kere Çarşı ile aynı karede olması ve sanki bir dizi ile Tahşiye adlı yine bir Nurcu örgüte kumpas kurulmasından ibaret yargılama sürecinin, dünyayı bırakın, Türkiye’de doğru algılanması ve sonuca gitmesi zor görülüyor.
Oysaki kumpas ustaları orduya böyle yapmamışlardı.
Müthiş bir algı mekanizması, sosyal psikolojik ortamın hazırlanması, Polonezköy’de, Zir vadisinde cephane bulunması bir takım şem’alar ile birlikte sonunda Genel Kurmay’ın kozmik odasına girecek kadar ihtilallerden çok çekmiş milletin vicdanını ister istemez merakla darbecilerin yargılanması kanaatine iten bir süreç…
Kumpaslar ortaya çıkarılmalı
Bu reflekste ise bunları göremiyoruz.
Öncekinde görev alan savcılar, polis, örgüt, kamuoyu, medya, iç ve dış destek mekanizmaları iyi hazırlanmışlardı.
Elinde her türlü silahı olan ordu komutanları tıpış tıpış bir polisin sabahın erken saatlerinde evlerini basmasını ve genç bir savcının karşısına çıkarılmayı her suçlu psikolojisindeki insan gibi beklemeye başlamışlardı.
Biz bile 12 Eylül’de bu kadar kolay teslim olmamıştık.
Şimdi aklandıklarını düşünüyorlar. Fakat görüyoruz ki eski paşaların boy boy açıklamaları aslında beceriksiz bir darbe teşebbüsünü doğruluyor.
O mesele daha bitmedi, öyle anlaşılıyor.
O zaman da dedik. Bu, ordunun kendi içinde çürük yumurtaları ayırmasıyla yönetilmesi gereken bir süreçti. Ve sivil iktidar desteğinde Genel Kurmay bunu gerçekleştirebilmeliydi.
Herhalde generaller kendi devrelerine bir şey yapmayı ayıp saydıkları için en azından disiplin suçu işlemiş arkadaşlarını sivillere bırakıp çekildiler.
Sıklıkla darbeye, en azından muhtıra vermeye alışmış bir ordunun çağın yeni şartlarına ve özellikle de belli ki ABD NATO Türkiye üçgeninde; ‘düşmanla aynı yatağa girmek’ olarak tanımlanan bir operasyonla burnunun sürtülmesi, Ortadoğu’da ABD çıkarlarına tam destek olamadığı için devre dışı bırakılması içerdeki kamuoyuna anlatılamadı.
Orgeneral Tuncer Kılıç(dönemin MGK genel sekreteri) ABD’nin niyetini sezmiş ve “İran’la iyi ilişkiler geliştirmemiz lâzım” demişti. Konuşmak değil de yapmak ne yazık ki Türkiye’de pek becerilen bir şey değil. Asker sivil fark etmiyor. Belki de gelişmişlik göstergesi bu.
Devlet Bey Fethullah Gülen’e ve cemaate hep mesafeli durmuştur. Bir takım muhalefet partilerinin ve siyasilerin cemaatten yana açıklamalar yapmaları geleneksel siyasi davranışlardandır. Liderlerin konjonktürel olarak saf tutmaları doğru değil elbette. Bu yüzden Devlet Bey’in dünkü açıklamalarını önemli buluyorum. Öyle y,a yakın zamanda neredeyse ordunun tamamı Silivri’de idi. o zamanlar Nurettin Topçu’nun ‘din ile kin bir arada olmaz’ düsturunu paylaştık. Darbeciler elbette yargılanmalı ama meseleyi abartıp tersine bir tezgâhla sahte imzalarla, oluşturulmuş cd’lerle yargıyı etkilemeye çalışmak hele hele bunu psikolojik bir savaşın parçası yaparak Türkiye’yi belki de ABD-İsrail-İngiltere üçgeninde bazı tavizlere zorlamak hangi kavramla karşılık bulacaktır?
Ayrıca dinimiz bize husumetiniz sizi adaletten ayırmasın buyurmuyor mu?
Muhsin Yazıcoğlu’nda mesela, 7,5 yıl yattığı ve işkence gördüğü halde kimseye karşı bir kin niye yoktu?
Bahçeli, bu noktadan sonra Tahşiye’nin yetmeyeceğini, burada da haksız yere bir kumpas kurulmuş ve insanlar mağdur olmuşsa gereğinin yapılmasını ama aynı hassasiyetin orduya yönelik kumpası aydınlatmak için niye gösterilmediğini soruyor ve talep ediyor. Acaba mesele dizi izleyip izlememe, Çarşı’nın silahlı terör örgütü olup olmadığının uluslar arası kuruluşlara sorulup sorulmamasından ziyade, kozmik odaya kadar giren ve mesela istihbarat daire başkanı Hanefi Bostan’ın sırf kitap yazdı diye nasıl silahlı örgütten içeri tıkan cesaretin gerçekten casusluk meselesi olup olmadığının araştırılması lazımdır. Bir ülke düşünün İstihbarat Daire Başkanı, Genel Kurmay Başkanı terör örgütü elebaşısı…
17 Aralık’ın intikamı gibi bir yargı süreci bazı hazırlopcuları tatmin etmişe benziyor ama aklıselim bunu söylemiyor.
Devlet Bey’in dediği gibi “Tahşiyecilerin kumpas kurbanı olduğu sonucuna varan ve bu maksatla hukuku harekete geçiren siyasi zihniyetin, Türk askerine yönelik ağır tahrik ve tuzak konusunda çekimser davranması en acı tabirle çifte standarttır.”
Muhtemelen de o noktaya evrilecektir gidişat.
İkinci bir talebi daha var MHP Genel Başkanı’nın, o da Fethullah Gülen’in Türkiye’ye gelip bildiklerini anlatması. Öyle ya hakikatin ortaya çıkmasından daha önemli ne olabilir nefsini aşmış, dünyadan geçmiş, ukbayı seçmiş Allah dostları için…?
Gel ve anlat!
Gel ve bütün bildiklerini anlat Hocaefendi! Allah rızası için…
Din ile kin birarada olmaz
Artık cemaate inanmış samimi Müslümanlar da, hükümete dolayısıyla devlete kumpas kurulduğunu düşünen iyi niyetli Müslümanlar da; hele hele bunlardan ibaret olmayan geniş ve sessiz çoğunluk
Türkiye kamuoyu da böyle düşünüyor.
Türkiye’nin gündemi bunlar olmamalı.
O zaman Muhsin Başkan’ın dergisi Nizam-ı Alem’de yazmıştım. NATO, Sovyetler çökende altıları toplayıp yeni bir düşman yaratma ameliyesine girmişti. Bu düşman da kısa sürede bulundu: Sert İslam ve yumuşak İslam… Taliban da, diyalog da böyle geliştirildi. Diyalog Batı’nın cemaate bulaştırdığı bir işti. O zaman Samanyolu’nun çatı katında hocayı uyarmıştım. Sonra da Sayın Başbakanı: Aksakal ABD’de olmaz diye… Devlet erki paylaşılmaz diye… Osmanlı’da Osman Bey’in yanında Edebalı, Fatih’in yanında Akşemseddin hepimizin hoşuna giden bir hikâyedir ama doğru değildir. Ülkeler fetheden insanlar şeyhinin dizinin dibinde durmaz. Elbet vardır bir şeyhi, ama siyasete bulaşamaz.
Sultanahmet camiini yaptıran o melek yüzlü çocuk padişah 1. Ahmed şeyhi Aziz Mahmut Hüdai’yi çok severdi, sayardı. Çok da kerametini göstermişti Aziz Mahmut Hüdai hazretleri. Bir keresinde padişah bir sadrazam atamış fakat adam boğazda boğulmuş. Üsküdar’a giden genç padişaha, şeyh efendi minderinin altından denizde boğulan sadrazamın mührünü ıslak ıslak çıkarıp iade etmiş. Kim teslim olmaz bu tablo karşısında?. Derken efendim şeyhin referansıyla biri sadrazam olmuş. O sırada da Celali isyanları artmış. Şeyhin tavsiyesiyle sadrazam olan zat yirmi gün, sadece yirmi gün gecikmiş vazifesine. Genç padişah gereğini yapmış. Bugün sorular çalınıp kul hakkı yeniyor seneler geçince ifade ediliyor. Ne olacak mazlumların âhı? İntihar eden KPSS vurgunları?...
Osmanlı sapık da olsa, başka dinlerden de olsa her cemaate her sivil topluma tolerans göstermiştir.
Aş versin irşad yapsın sosyal mobilite olsun diye… Ama siyasete bulaşan evliya olsa başını kesmiş.
Ayrıca aslolan çoğulculuk… Son zamanlarda tekil bir İslam ve cemaatin holding baskısı din ile kinin karıştırılmasına yol açıyor, hatta Diyanet İşleri Başkanlığı’na bile ipotek koyuyordu.
Fakat bunun 17 Aralık ile birlikte anılması kötü oldu. Siyaset de pisliklerden temizlenmeli; Müslüman, cemiyet içinde hür kahramanlar olarak tebellür etmelidir. Devlet aklı ordusuyla hükümetiyle, bürokrasisiyle, üniversite, medya iş dünyası ve daha bilmemnesiyle ortak aklı inşa etmede en azamdan yeniden yapılanmalıdır.
Türkiye enerjisini kendi içinde patlatmamalıdır. Yaşadığı ‘entropi’den bir an evvel kurtulmalıdır.
Rövanşçı taktikler yerine kalıcı stratejiler keşfedilmeli…
DAĞARCIK: Bağlı aslana tavşanlar bile hücüm eder.
BİR RUBAİ:
Dudağın kurumaz bade içersen
Gerçeği yalandan bir bir seçersen
Sonunu düşünen kalır zillette
Kahraman olursun serden geçerse
MAZİDEN:
Mehmet Âkif ile Neyzen Tevfik samimi iki arkadaştır. Bir gün yine keyifle ney üflüyor Neyzen. Soruyorlar: “Üstad, çalarken mi neşelenirsiniz, yoksa neşeli olduğunuzda mı çalarsınız?” Üstad lafı gediğe kor yine: “Niye ben hırsız mıyım ki çaldığım zaman neşeleneyim?”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.