Faruk Köse

Faruk Köse

Yolunu bulmuş yolsuzlar!..

Yolunu bulmuş yolsuzlar!..

Türkiye’deki “siyasi hayat”ın en büyük problemlerinden biridir“yolsuzluk.” Doğru veya yanlış, ama “hakkında yolsuzluk iddiası bulunmayan hemen hemen hiçbir siyasetçi yoktur.” Devletin etkili ve yetkili makamlarına gelmiş bir siyasetçinin kendisi yolsuzluk yapmamışsa da, en yakınında bulunanlar arasından mutlaka yapanlar çıkar ve onu“kayırdı” diye, doğrudan yolsuzluğa bulaşmayan siyasetçiye de mutlaka bir şekilde “dokundurulur.”

“Yolsuzluk”; Dünya Bankası tarafından “kamu görevinin özel çıkar sağlamak için kötüye kullanılması”, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı tarafından “kamu güç, görev ve yetkisinin rüşvet, irtikap, kayırmacılık, sahtekarlık ve zimmet yoluyla özel çıkar elde etmek için kötüye kullanılması”, Avrupa Konseyi Yolsuzlukla Mücadele Özel Hukuk Sözleşmesi’nin 2. Maddesi tarafından “doğrudan doğruya ya da dolaylı yollardan rüşvet ve yasadışı bir menfaat temin eden kişinin, yürüttüğü görevlerin veya gerekli davranışların yasalara uygun bir şekilde yerine getirilmesinde sapmalara yol açan rüşvet veya başka her türlü yasadışı menfaatin talep edilmesi, teklif edilmesi, verilmesi ya da kabul edilmesi”, Uluslararası Şeffaflık Örgütü tarafından “sadece kamu gücüyle sınırlı olmayan herhangi bir görevin özel çıkarlar için kötüye kullanılması” olarak tanımlanıyor.

Bu tanımların bir kısmı, siyasetçiye “yolsuzluğa bulaşmaktan başka çare bırakmaz.” Zira, mesela “özel çıkar” ne demektir ve sınırları nerede başlayıp nerede biter? Göreve almada, ehil olan iki kişiden tanıdığını, kendine yakın olanı almak “özel çıkar”dan mıdır, “yolsuzluk” sayılır mı? Hadi “rüşvet” ve “irtikap”ı veya “sahtecilik” ve “zimmet”i anladık, bunlar gerçekten olmaması gereken şeyler. Ama “kayırmacılık” her zaman yanlış mıdır? Makam sahibi siyasetçinin, kadro oluştururken daha çok güvenebileceği, daha iyi anlaşabileceği, daha istikrarlı olduğuna kani olduğu kişileri, liyakatı da varsa, “kayırma”sı yolsuzluk olur mu?

İşte bu konularda “toptancı bir yaklaşım” içinde olmamak, meselenin“yasal zemin”ini açık ve net olarak oluşturmak ve “istisnaların hudutları/mahiyeti”ni de belirlemek lazımdır. Mesela, Başbakan olmuş siyasetçi Bakanları belirlerken “niye onu değil de bunu Bakan seçtin” demek nasıl doğru değilse, birlikte çalışacağı Bakanları seçmek nasıl ki Başbakan’ın en tabiî hakkı ise, “önemli bürokratların atanması”nda da siyasetçiye veya üst düzey yöneticiye bir “kayırma alanı” tanımak niçin yanlış olsun? Kişinin “başarmaktan sorumlu” tutulduğu bir görevde/makamda, kadro bakımından biraz “kayırma alanı” olması gerekmez mi?

Meselenin “maddi kazanç” boyutuna gelince. Elbette“haksız/haketmeden kazanç” hiçbir zaman kabul edilemez. Bu kesinlikle suçtur ve “haksız kazanç, rüşvet” gibi suçları işleyenler için, bir daha asla siyaset yapamayacağı veya üst düzey yönetime gelemeyeceği bir hukuki düzenleme yapılmalı.

Ancak, önce “toplumsal değerler” ve “yasal sistem” açısından yapılması gerekenleri yapmak lazım. İnsanları küçüklüğünden itibaren “vicdani sorumluluk” sahibi olarak yetiştirmezseniz, eğer insanların “inanç, kimlik ve kişilik değerleri”ni yok edip onlara “yabancı bir kültür”ü zorla enjekte ederseniz, işte böyle, “kendi çıkarından başkasını düşünmeyen bir nesil” yetişir ve o neslin içinden çıkan “siyasi ve idari kadrolar”dan, “yolsuzluktan kaçınma”sını bekleyemezsiniz.

Hiçbir zaman çözülemeyen “yolsuzluk sorunu”, ittifakla temel bir “ahlâki bozukluk ve suç”tur. Ancak hatırlatırım, dilimizde “yolunu bulmak” diye de bir deyim var. Müsbet manasının yanında, daha çok, “yasal olmayan yollardan kazanç sağlaması”, ya da “bir kişinin kısa süre içerisinde farklı yollarla zengin olması” anlamına kullanılan bir söz. Zaten“gemisini yürüten kaptandır” bizde. Eğer bir şekilde gemini yürütmemişsen, eline fırsat geçtiğinde çıkarına bakmamışsan, hatta fırsat oluşturmamışsan, seni enayi yerine koyarlar.

Nedense, her konuda “ahlâki düstur” arayan milletimiz, bir türlü “yolunu bulmak” ve “gemisini yürütmek” konularında ahlâk aramaz; dürüst olana aptal gözüyle bakar. Bir zamanlar devlette çok önemli dönüşümler gerçekleştiren Turgut Özal’ın “benim memurum işini bilir” dediği de bir vakıa olarak tarih sayfalarında yerini almıştır.

Gel gör ki, yapmayana enayi gözüyle bakanların, yaptığında bunu ayıplamaktan geri durmadıkları da bir gerçektir. Her halükârda ayıplanan siyasetçiye, “bari yolumu bulayım da ne derlerse desinler” seçeneği cazip gelmektedir.

Dediğimiz gibi, “yolunu bulmak” ve “gemisini yürütmek” gibi“toplumsal taltif” gören deyimler varken, işte “yolunu bulan yolsuzlar”dan çok sayıda görür, işin içinden nasıl çıkacağınızı kestiremez, başka bir ahlâksızlığa başvurursunuz: “Yolsuzluğa hayır” derken, yolsuzları korursunuz! “Eğer bizdense, yolsuzu da aklarız” tercihine saparsınız.

Yolsuzluk ile elde edilen kazancı “yolunu bulmak” diye taltif edecek, sonra da “yolunu bulan”“yolsuz” diyeceksin... Önce bu çelişkiye son vermek lazım.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Faruk Köse Arşivi