Lütfü Şehsuvaroğlu

Lütfü Şehsuvaroğlu

Ziya Gökalp ve Türk Düşünce Tarihinde Türkçülüğün Serüveni:-2

Ziya Gökalp ve Türk Düşünce Tarihinde Türkçülüğün Serüveni:-2

Dün ilk sosyoloğumuz (Halil İnalcık, Makaleler; Yüzyıla Damgasını Vuran Düşünür, Doğubatı, Ankara 2005, s.85) Ziya Gökalp’ın fikir dünyasını irdeledik. Ve bugüne yansımalarını… Fikriyatının temelleri ‘üç tarzı siyaset’e dayansa da terkipçi anlayışıyla A. Foulliée ve Tarde’nin değerler sistemine daha yakındır ve sürekli değişen bir stratejik sosyoloji inşa edebilmektedir. Zaten Gökalp’ı önemli kılan da budur.

Üç tarz-ı siyaset ve Gökalp

Kiminde bariz,  kiminde zımnî Batıcılık; ama hepsinde  derin bir Milliyetçilik olan Üç Tarz-ı Siyaset, Türk düşüncesinin son iki asrına damgasını vurmuş bir silsile-i meratiptir aslında. Her ne kadar çağdaş olup birbirleriyle karşı karşıya geldikleri dönem ve kahramanları-düşünürleri olsa da bu silsile-i meratip oluş, eşyanın tabiatına uygundur ve her üçünde de aslolan, devlet-i aliyeyi kurtarma, kollama, yaşatma iradesinden başka bir şey değildir.

“Ziya Gökalp, Osmanlı İmparatorluğunun peşpeşe gelen savaşlarla toprak kaybına uğradığı bir dönemde düşünmeye başlar. Devlet, Avrupa siyasetinin baskısı altındadır. Osmanlı siyaset adamları imparatorluğu ayakta tutacak çareler aramaktadır. Osmanlıcılık, İslâmcılık, Türkçülük-Turancılık ve Batıcılık akımları memlekette bir fikir kaynaşması ve tartışma ortamı meydana getirmiştir. Fikir hayatına Osmanlılığı korumaya çalışan bir düşünce adamı olarak başlayan Ziya Gökalp, daha sonra Türkçü-Turancı olur ve sonunda millî devletin sosyolojik yapısını fikir planında kurmaya uğraşır. Meşrutiyet’ten ölümüne kadar onu Türk fikir ve siyaset hayatının merkezinde tutan birinci özellik, bilim ile idealistliği kişiliğinde birleştirmesidir; ikinci özellik ise, devrimciliğe varan bir değişme taraftarlığını Türk tarihine, Türk kültürüne ve İslâmiyet’e bağlılıkla bağdaştırmak istemesidir.” (Yılmaz Özakpınar, İnsan Düşüncesinin Boyutları, Ötüken İstanbul 2002, s.199-200)

Genellikle Osmanlı son dönemine ait fikirler üç ana damarda toplanır ve Yusuf Akçura’nın risalesine de adını verdiği gibi Üç Tarz-ı Siyaset olarak anılır: Bunlar, sırasıyla Osmanlıcılık, İslâmcılık ve Türkçülük’tür. Batıcılık olarak ayrıca bir akımdan bahsedilebilirse de; Batıcılar, bir düşünce sistemi vaz’etmeyen, daha çok marjinal bir Batı taraftarlığı olarak arz-ı endam ettiklerinden anılan bu üç akımın eteklerinde seyrediyorlardı. 

Bunların arasında Abdullah Cevdet’ten bahsedilebilirse de, o da diğer pozitivistler gibi şaşkın ve uçuk –Batı hayranlığı o dereceye ulaştı ki, damızlık erkek getirmeyi bile teklif edebilen- görüşleriyle sadece bir sembol oldu. Gerçekte pozitivizmin fikir kulüplerinde bir “moda” olduğu devreydi ve Batı’nın geldiği noktada başka birçok Batı değerleri ve düşünce dünyası ile –ki ruhçu-maneviyatçı akımlar da yeşermekteydi- tartışma zemini yaratıyordu. Ancak pozitivizm, mağlubiyetler karşısında önce 1)mütekebbir, sonra 2)hayret ve şaşkınlık makamına; daha sonra da 3)telaş ve giderek de 4)korku ve vehim deryasına dalan Osmanlı için “denize düşen yılana sarılır” misali sığınılacak limandı ve kendi din ve medeniyetinden kuşkuya kapılan başta aydınlar ve sonra toplumun belli kesitleri, bu limanı bir “din” gibi algılamaya başladı. 

Gerçekte Batıcılık, ayrı bir siyasî – felsefî görüş olmaktan ziyade, her üç düşünce akımına tesir eden ve hemen hepsinin içinde ağırlıklı oranlarda yerleşen bir “kabul”dü. Bu kabul, kimi zaman bariz bir model, ritüel, söylem halini alıyordu; kimi zaman zımnî olarak fen, teknik, medeniyet, gelişme, modernlik, madde gibi kavramlar etrafında yeni bir sentez, terkip, inkılap veya ülkünün diyalektik kurgusuna malzeme yapılıyordu. Osmanlıcılık dikey tarifte bir kimlik sorunuysa da, yatay tasnifte bir global zihniyetin de kendi coğrafyasında modeliydi ve liberalizm ile örtüşmektiydi. İslamcılık keza yine bir kimlik temeli varsa da “muhafazakârlık” ile; Türkçülük ise geriye kalan “sosyalizm” ile paralel düşüyordu. Fakat yatay tasnifleri kimse dikkate almadı. Üç siyaset tarzı da bir anlamda topluma yabancıydı ve üçünün de mayasında batılı düşünme tarzı vardı. Her ne kadar kendi köklerini, geleneklerini, tarihsel birikimlerini şu yada bu tarih süzgeci içinde yeniden değerlendirmek iştiyakı varsa da bu siyaset tarzları yapaydı ve mevcut toplumsal hal ve vaziyetten ziyade ideal olandan nem’alanıyor ve “ülkücü” ve “devrimci” “çıkarsamalar” ortaya koymaya çalışıyordu. 
l Devamı yarın…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Lütfü Şehsuvaroğlu Arşivi