Cizre’de yedi bilge “yedi güzel adam”
Elhamdülillahi rabbil alemin.. Yedi Bilge “Yedi Güzel Adam” kitabımın liseli gençler tarafından okunduğunu ona binaen söyleşi için Şırnak-Cizre’ye davet edildiğimde başım üstüne diyerek yola koyulmuştum. Mihmandar olan Metin Eriş ağabey ile Nazif Gürdoğan hocamdı. Onlara müteşekkirim. Her şey için bir neden vardı. Nedensiz hiçbir şey yoktu. Yürümek içinde, oturmak içinde, gülmek içinde bir neden vardı elbette. Nedensiz kuru yaprak dalından düşmüyordu, düşmezdi.
Cizre’ye, Dicle’ye geç kaldığımı söylediğimde kendi yurdumun, öz ülkemin, kardeşlerimin acılarını da hissettiğimi ifade etmeliyim. Sayısız kavimlerin, kabilelerin, devletlerin yurdu haline gelmiş giderek kadimleşerek yurdumun, toprağımın, insanımın, emeğinin, aşkının, ilminin ve irfanının, teknik ve donanımının yüzyıllar öncesinden başlayarak ikram edildiği menzillerde bulunmuş olmak şükrü gerektirir elbette. Tufanlar Peygamberi Nuh (as)’ın kabrine diz çöktüğümde yüreğimden akan ırmaklar hissettim. Bağdat’ta İmam-ı Azam’ın kabri başında, Abdulkadiri Geylani’nin başında ne hissettiysem onu hissettim. Kardeşlerimin gözlerinde gördüğüm tevhit ve uhuvvetin aşkla yüklü olduğunu gördüm.
Beni kabul eden gençlerin gelecek için düşlerini gördüm. Şair, adaylarını, yazar adaylarını gördüm.
Yüreklerindeki imanla, şiire soylu atlar gibi doludizgin koştuklarını gördüm. Sayısız kuşlar uçurduk gelecek için. Toprağa tohumlar ektik, iman, inanç, birlik ve kardeşliğimiz adına. Sonra şiirler okuduk dua babından. Sayısız dualarla muhabbet devşirerek sıcacık, tazecik yüreklerin umutlarını gördüm. Gördüğüm inançtı, imandı, samimiyetti, kültürdü, sanattı, şiirdi, yedi güzel adamdı. Yunus’tu, Mevlana’ydı, Mehmet Akif’ti, Necip Fazıl’dı, Sezai Karakoç’tu, Fethi Gemuhluoğlu’ydu, Nuri Pakdil’di, Ahmed-i Hani’ydi, İsmail el- Cezeri’ydi.
“Ey sevgili dediğimizde yüreklerde açan gülleri gördüm. Gördüğüm her çiçek, her gül tomurcuğu Sezai Karakoç, Nuri Pakdil, Cahit Zarifoğlu’ydu. Mehmet Akif İnan, Erdem Bayazıt, Alaaddin ve Rasim Özdenören ile Nazif Gürdoğan’dı.
Cizre’den yeryüzüne ve gökyüzüne yönünü çevirmiş, yüreği Mekke olan, Medine olan, Kudüs olan, Afrika olan yürekler gördüm. Yüreklerinde, gözlerinde hissettiğim ışık imandı, inançtı, şiirdi. Cizreli Dahi İsmail el Cezeri’ye hayranlığım derinleşerek Dicle’ye dönüştü. Dicle şiirlerimizin atar damarlarından bir damardı. Nil kadar, Sakarya kadar, Seyhan kadar, Fırat kadar şiirdi bizim için.
Bilirim ki orada dünde, bu günde, yarında kardeşlerimin evi, barkı, tüten ocakları var. Her daim kapılarını çalabileceğim, yüreklerine yürüyebileceğim, birlikte secdelere varabileceğim kardeşlerim var. Aynı aşkla, coşkuyla kadim coğrafyanın dört bir yanında birlikte yürek yüreğe olabileceğim-iz dostlarımız var. Bugün sislerle kaplanmış olsa da biliyorum ki bir Mekke rüzgârıyla, Medine esintisiyle Tevhit olmuş tek bir yürek gibi çarpmayı sürdürecektir. Vahdet her daim bizleri diri tutmuştur, kardeş kılmıştır.
Dicle’ye yöneldiğimde yüzyılların aktığını gördüm. Yüreklerin yangınlarda eriyip gittiğini gördüm.
Ağıtlarla, ninnilerin yan yana durduğunu gördüm. Mem-u Zin-in yan yana tevhit edilmiş Leyla’ü Mecnun’a dönüşerek billur çeşmelerden ikramlarını gördüm. Orada Doğubayazıt’tan kalkarak bir şair soyluluğu içerisinde Ahmed-i Hani’nin adımlarını, duaya dönüşen seslerini işittim. Kırmızı Medrese’de Şeyh Ahmet el Cezeri’nin tefsir derslerindeki muhabbeti, ilmin nasılda yeryüzüne dağılışında ki sırları gördüm. Tefsirden şiire dönüşen yüreklerin ilahilerle divanlara dönüştüğünü, el sanatlarının mahir ellerde işlenişini, dokunuşunu hatlarla, tezhiplerle, ebrularla nasıl da coştuğunu gördüm. İlim ve irfan sofralarını her daim açık tutma gayretleriyle Abdulhakimi, Nazmi’yi, Mucahit’i sayısız yaranı gördüm.
Ol muhabbetin ol Resulden süzülerek bizleri tazecik tuttuğunu gördüm.
Dicle bulanıktı, sessiz ve bitkin bir durumdaydı. Rahmet yağmurlarıyla yeniden tek bir yürek halinde Allah ve Resul ölçüsüyle dimdik batıya karşı, emperyalistlere karşı içten içe diriliyordu durmadan.
Maddeye karşı metafiziğin bir imtihanıydı bu. İmanla şirkin savaşında diriliş İslam’ındı. Yıllar önce gördüğüm Tuna’dan sanki bir hatıraydı Dicle. Sarayburnu’ndan baktım Dicle’ye, İstanbul’dan boğazın sularına bakar gibi.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.