Recep Garip

Recep Garip

Gitme Denemeleri – II

Gitme Denemeleri – II

“Yolculuk bizi kendimize geri getirir.” Albert Camus

Öylesine baktı ki, bakışları un ufak etti. Öylesine mi bakılır bakınca, öylesine çatlatır gibi mi bakılır bakılınca? İnsan gözünde var olan enerjinin etkisi hiçbir etkiye benzemiyor. Bir bakışla yerle bir olabiliyor, sapasağlam adam, hastalanıp kıvranmaya başlıyor, kısa sürede çekip gidiyor ötelerden ötelere. Ölümü çağırır gibi bakmanın bir anlamı var mı? Ölüm ötesine hayranlık duyabilir insan. Lakin ölümü çağırır gibi bakmak hiçte kabul edilir birçağrı değil. İnsan göz göze geldiği insanın gözünden ne alacağını nerden ve nasıl bilebilir ki?

İnsan, insandan bu eğreti, kör, kötü baskışlar nedeniyle korkmuştur. Bir güzel gördüğünüzde, hoşnut olduğunuz bir şey gördüğünüzde, bir çift gözün etkilediğinde, bir yavrunun, bir kuşun, bir çiçeğin, bir eşyanın güzelliğiyle karşılaştığınızda “maşallah barekellah” deyin buyrulma nedeni, bu un ufak etme hadisesine karşı bir kalkan oluşturmaktır. Nazardan berteraf olmanın yoludur.

Bir çift turna gördü adam, gökyüzünün gelinine benzetti. Bir çift ceylan gördü ormanda, sevgililerden en güzelini betimledi. Bir çift göz gördü kundakta, bebeğin gözlerinde dalıp gitti uçsuz bucaksız hamtler ülkesine. Hamtler ülkesinde kalmak vardı, kalamadı. Dönüp dolaşıp geldiği yer, mekân, toprak, ülkesiydi,  vatanıydı. Canların verildiği, saçlarının adedince başı olsa, can verirdi bu vatan toprağı için, dönüp geldi vatanım dediği topraklara. Bu topraklarda doğmuştu ve bu topraklardan beslenmiş, nefesler almış ve bu topraklarda düğünler, dernekler kurmuş, hüzünler, ölümler yaşamıştı. Altında başını sokabildiği eviydi vatanı. Vatanım, can otağım derdi.

 Üstat Necip Fazıl “Üzülme, davanın sahibi Hak’tır. Hak olan davada zafer muhakkaktır.” diyordu. Öyle inandık davamıza, insanlığımıza. İnandıkça davamızın yüceliğini gördük.  Dava mensubiyeti içerisinde tutunduk birbirimize, sevdiğimizde de, nefretimizde de dava adamlığımızla sevdik ve nefret ettik. Karşı konulmaz sanılan iltifatları, makamları, imkânları reddederek müslüman duruşumuzu asla kaybetmedik. Bu bizi, dava adamı olmaya taşıdı. İnandık ve iman ettik ki Allah ve Rasul davası, yeryüzünün, gökyüzünün, âlemlerin var oluş davasıdır. Vatan, içinda can olandı, canan olandı. Okunan ezanların yurduydu yurdum. Ezanlar okundukça köklerimiz derinleşiyordu bunu biz biliyorduk lakin insanlık bilmiyordu. Biz biliyorduk ezan bizi büyütüyordu. Okunan her kitabın, evveli de ahiri     de Kuran’dı. Her attığımız adımda, onun adı vardı. Kelimelerimiz, kelamlarımız hep ondandı. Ondan gelen her kelimenin- ki her şey ondan geliyordu- ve kelamın büyüsüyle büyüdükçe büyüyor insanlığın ilham alacağı bir mevsime gönenerek yürüyorduk. Gidişlerimiz bundandı. Dönüşlerimiz bundandı. Elbette biliyorduk ki gitmelerimiz Kuran ve Sünneteydi. Allah ve rasulüneydi. Onun verdiği bir emanla yeryüzünde inşirah buluyor, onun verdiği bir el ile emanetleri taşıyorduk. Verilen emanet yeryüzü kadar gökyüzü kadar ağırdı ama taşımaya ahdetmiştik. Bundandı çektiklemiz, bundandı kördüğüm tuzaklar ve bundandı arlanmaz, utanmaz insanların ar ve utanma duyguları için emekler verişimiz. Paulo Coelho şöyle ifade ediyor; “Sadece güneşli günlerde yürürseniz, hedefinize asla varamazsınız.” Müminler topluluğunun yolculuğu böyle bir yolculuktur. Hedefe varmak için bütün mevsimler yürekte ısıtılır. Yürekte beslenir. Hiçbir anının diğer anla beraberliği söz konusu değildir. Anların sahibi, aşyaların da, mevsimlerin de insanların da her şeyin sahibi olan Allah’tır. Onun çizdiği yolda yürümek sıratımüstakim üzere olmaktır. Gelişin amacı gidiş, gidişin amacı diriliştir. İnsanların yeryüzünü imar için kullandıkları enerji-görevdeşlik yine insanladır. Dolayısıyla insanın insana vefalı oluşu, duruşu, davranışı toplumun da sağlıklı oluşunu sağlar. Yolculuk esnasında karşılaşılan her türlü sıkıntıya, acıya karşı, şefkatle, merhametle birbirine sahip çıkan topluluklar olmak, yol arkadaşlarını terk etmemek, biribirinin elinden, yüreğinden tutmak bir vecibedir. Aksi takdirde, “Yola çıktıklarını yolda bulduklarına değişirsen; hem yolunu kaybedersin, hem dostunu” diyor Necip Fazıl Kısakürek rahmetli.

Yolculuk halindeyiz sürekli. Süreklidir gidişler. Durduğumuzda, oturduğumuzda bile görülmese de hissedilmese de gidiyoruz. Bunda kuşku yok. Hareket halinde olan dünya, bizi sürekli hareketli kılıyor. Durmak yok. Durduğumuzu zannetseler de durmadığımızı biz biliyoruz. Nahl suresi 90. ayeti kerime bize her Cuma hatırlatılır; “Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi,  emreder. Çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” Bu hatırlatma süreklidir, süreklilik arz ediyor inamışlık. İnanmak ve iman etmek kesintili olmaz. Süreklilik arzeden, istikrarlı olan, ibadetlerle sırat üzre olan bir dava adamlılığıdır bahsedilen. Adaletli davranmak emrediliyor. İyiliği yaşamak ve yaşatmak emrediliyor. Akrabaya yardım etmek emrediliyor. Çirkin ve kötü işlerden (yalanlardan, dolanlardan, oyunlardan, sahteliklerden, iki yüzlülüklerden, riyakârlıklardan, dedikodulardan, kardeşlerin arasını açmaktan, çıkar ilişkilerinden, üçkâğıtçılıklardan, haramdan, günahtan, faizden, içkiden, kumardan, zinadan, rüşvetten, zulumden, zalimlerden yana olmaktan, ehli kıble dışında dostlar edinmekten, kâfirleri tercih etmekten vs.) azgınlılardan yasaklıyor. Düşünmemiz, akletmemiz, idrak etmemiz için Allah(cc) bize öğüt veriyor.

Evin önünü süpüren anne, duyulur bir şekilde söyleniyordu. Herkes kapısının önünü, her sabah süpürüverse, çöpçüye ne ihtiyaç var. Onlar yalnızca çöpleri alırlar. Ama ne çare ki hiç kimse evinin önünü süpürmüyor artık. Şimdi siteler kuruldu kurulalı, her taraf birbirine kapalı bir kutu. İnsanoğlu kendisini sürekli hapsediyor nedense. Oysa bizim zamanımızda evler biribine bakar, eller birbirini yıkardı. Kimin neyi var neyi yok bilinirdi. Ne güzel günlerdi, vah başımıza gelenler, vay ömrümüzü çalıp gidenler diyerek konuşmasını sürdürüyordu. Tolstoy öyle güzel ifade ediyor ki; “Öyle zamanlar olur ki; Nereye gittiğin önemini yitirir. Çünkü asıl önemli olan, yanında kiminle gittiğindir.” Kiminle yolcuyuz, kimlerdir sadık dostlarımız, sırrımızı emanet ettiğimiz kimler sahi? Aç kaldığımızda, açıkta kaldığımızda, yanlışlıkla, bir hatayla işlediğimiz bir ayıptan, suçtan, günahtan dolayı kim tutar sahi elimizden? Yol kiminle yürünür, yola kiminle gidilir? Önemli bir filozof ve bilge olan Epiktetos; “Başarı bir seyahattir, mutluluk gidilen yolun üzerindedir, yolun sonunda değil. Mutlu olmanın zamanı bugündür, yarın değil.” diyor. Buradan bakılınca pencereye mutluluğun resmini çizesim geliyor. Mutluluk, yolun sağ ve salim bir vaziyette menzile ulaşılmasındadır. Kar taneleri gibi yaşıyoruz şu sıralar, yağmurlar çiseledikçe içimde hüzünler çoğalıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Recep Garip Arşivi