Recep Garip

Recep Garip

Düş Görmek

Düş Görmek

Düşündükçe, düşlerim düşeş olsa da, taze bir umuda yeniden tutunuyor, düşleniyorum. Düş görmek ve düş kurmak her zaman iyidir. Düş ile düşünce arasında azımsanmayacak düzeyde bir yakınlık var. İnsana yenilenme, heyecanlanma fırsatı sunar. Düşlerle kalkılıp gidilir, gezilir, derlenir, toparlanır her şey. Düşler olmasaydı fetihler yapılamaz, şehirler kurulamaz, sevgiliye kavuşulmazdı. Düşler olmasaydı bu kadar güzel türkülerimiz olmaz, anılarımız bulunmazdı.

Düşe, düşünce karışınca dinamikleşiyor insan, çelikleşiyor. Beton duvarları bir gerilla gelip deviriyor. Düş, düşünce ve devrim devleşiyor.

Mutluluğun kendisi, düşe dönüşüyor. Bir ceylansı hava siniyor insanın gülüşüne. Gülüş ile tebessümün de farklılıklar arz ettiği muhakkak. Yakıp yıkılan, kıyılan bir dünyada, evimizin içi, bahçemiz, mahallemiz, şehrimiz, vatanımız, komşularımız ateş içindeyken kahkahayla gülmek olası değildir. Dahası dünyadaki yaşayışın bu türlü gülüşlere –kahkahalara- pek uygun olmadığını da ifade edebiliriz. Tebessümse içten, yürekten, kalpten, gönülden gelerek insan suretinde gül bahçesine dönüşün ifadesidir. Bir ufacık tebessümle neler yapılır, neler kazanılır ve neler inşa edilir? Çocuğun tebessümü, gülüşü var ya Mekke güllerine benziyor. Tebessümün bu anlamıyla insanı besleyen, büyüten bir yönünün bulunduğunu kabul etmeliyiz. Şöyle bir belirleme yapsak; hayatımızın içinden, tazecik bir umutla bakıyorum da, çok uzaklara dalıp giden gözlerin, dönüp bir an bakınca gözlerime, esmer bir tebessüm yerleşiveriyor. Bu bakışı şu karşı dağın zirvesinden izlemelisin. Göneniyorum, genişliyorum, büyüyorum, umutlanıyorum, heyecanlanıyorum deriz. Ufuk, öylesine açılıyor ki önünde bir Kudüs, bir Bağdat, bir Halep, bir Şam geliyor, geliyor da İstanbul oluyor. Umut burada kızıla kesiyor. Öyle de olsa en çok umut yakışıyor bize. Geceden sonra gündüzün olduğu muhakkak. Böyle umut yüklü bakışlara ve tebessümlere her insanın, her yüreğin ihtiyacı var. Tebessümde var olan bütünleyicilik, koruyuculuk, yürekten yüreğe yürüyüşün, tedavi edişin, yüklenişin, güçlenişin, sevaba ulaşmanın da adıdır. Sadaka oluşu bundan olsa gerektir. “Tebessüm sadakadır”.

Birden bire bastırıyor şu yağmur

Ses kesiliyor çocuğun gözleri mağrur

Ayaz mı ayaz, güvercinler bembeyaz

İniltiler şıp şıp alnıma düşüyor

Bir tren geçiyor, gelincikler üşüyor

Her tarafta şarapnel, deliyor gün kafesini

Her tarafta çığlık, eliyor son nefesini

Kudüs geliyor gözlerimi alıyor

Hüznün sarı çiçeği çekip gidiyor

Edebiyat, kelamın ve kalemin hakkını vermek, kendini keşfedip edep çizgisinde mukim kalmaktır. Bir kez ben yazıyorum artık, şair ve yazarım dediğinde ayağının sabit durması kolay değildir. Bir nimet ki ömrünce kaybetmemek için sürekli şükür, sürekli secde ve sürekli bir kıyam hali gerektirir. İlim sofrası alabildiğine geniş, sabırla işçilik yapmayı göze almak ve bu uğurda ömrü tamamlamaktır muradımız. Böyle olunca doğuyor özgün eserler, özgün ve özgür çalışmalar. Bir eserin inşa edilişi için yoğun, sürekli, aralıksız okumalar gerekiyor. Edebiyatın ve şiirin asıl sürgün verdiği nokta düşler noktasıdır. Şarin ve yazarın düşü bitmez, bitmemelidir. Düşler, yeni düşleri doğurarak sürüp gelen bir destana doğru açılmalıdır. Düşü olan sanatkârların eserleri, geleceği aydınlatır. Düşü olan ustalar, üstatlar sırlı parmaklarından, sırlı dudaklarından ve sırlı dualarından beslerler talebelerini. Talep edene ilaç bulunur. Talep etmeyene ilacın hiçbir yararı dokunmaz. Yara, düşle birlikte vardır. Düşün bir yanında yara ve acı her daim vardır. İçten içe acı çektikçe yaranın kanaması, acıyı duyması, şairin şiirine, sanatkârın sanatına erdemli, içten, samimi, iniltiler sızar. Hayatı etkileyen bu incelik, sırrın sızışıyla samimiyette ki güç okuyucuya ve dinleyiciye sirayet eder.

Yarayı düşle tedavi et kardeşim. Düşe, düşünceni ekle ve acıdan ve aşktan büyüyen, doğan gün, güneş senin olacak. Umut en büyük katıktır.

Dışarda kalmak, kaçış değildir, dönüp dolaşıp kaçtığınız alana mahkûm olursunuz. Kaçmışsanız, bırakıp gitmişseniz eğer, alandaki boşluğunuzu birileri mutlaka doldurmuştur. Geldiğinizde boşluk bulamazsınız. Yeniden başlamanız, çabalamanız, okumalar yapmanız, emekler harcamanız icap eder. Emeğin kutsal dokunuşu, eşyayı da insanı da belirginleştirir. Bütün bunları yaparken sonsuz bir düşün arasından kendimize düşen payımızı alıp, insanlığın hayrına düşünce üretmekten ibarettir.   

Şiir zordur, her yazılanı şiir kabul edersek eğer, şiir bizi terk edip gider. Şiirin dili, kendine özgüdür. Şiir diliniz yoksa eğer, yazdığınız şiir değildir. Var olan vergi belirlenebilmişse –kendinizde var olan edebi alanı seçmişseniz- onun üzerinde yoğunlaşmak o alanda kalmak başarıyı yüceltir, yükseltir. Bunun içindir ki “oku” emrinin sırrından istifade edebilesin. Bütün alanlarda çabalamak (şiirde, denemede, öyküde, romanda) kaleminizin yeterince alanını bulamaması demektir. Bir alana teksif edilen yoğunlaşma o alandaki meziyetleri ortaya çıkarırken, diğer alanların kendiliğinden içten içe geliştiğini zaman içinde görebilmek mümkündür. Bir alanda var olma gayreti her zaman başarıyı artırır. Doğuştan meziyetlerle var olan istisnaların konumuzun dışında tutulduğu bilinmelidir. Bu nedenle şiir, incelik isteyen en nazlı  üretme, doğurma alanıdır.

Fatih Sultan Mehmet’in gördüğü rüyaları yorumlayan hocasına kafayı takar Beyaz Kale’nin 145. sayfasında Orhan Pamuk, yer yer kendisi de inansa da inanmamışlığı daha çok tercih ederek şöyle söyler; “Ballandırarak anlattığı bu başarıların parlaklığına ben de inanabileyim isterdim. Bazen hayallerimin sınırsızlığına kapılıp kendimi mutlulukla onun yerine koyup inandığım da olurdu. O zaman, onu ve kendimi, bizi daha çok sever boş bir masal dinleyen alık gibi ağzım açık, anlattıklarına dalıp giderken, gelecekteki o güzel günlerden ikimizin hedefiymiş gibi söz ettiğini sanırdım.

Sultanın rüyalarını yorumlarken ona böyle katıldım. Hoca yirmi bir yaşındaki Padişah’ı, iktidarı daha çok sahiplenmeye, kışkırtmaya karar vermişti. Böylece Padişahın rüyalarında sık sık gördüğü dörtnala koşan yalnız atların, sahipsiz oldukları için mutsuz, hain dişleriyle düşmanlarının gırtlaklarına saldıran kurtların da, kendiişlerini kendileri gördükleri için mutlu olduklarını, ağlayan kadınlarla güzel kör kızların ve karanlık yağmurda yapraklarını hızla döken ağaçların onu yardıma çağırdıklarını; kutsal örümceklerle, gururlu şahinlerin yalnızlığın erdemlerine işaret ettiğini ona anlattı. Sultan bizim bilimimize ilgi duysun istiyorduk; bunun için kabuslarından bile yararlandık..”

Önemli olan tarihin arasından sıyrılarak gelen Fatih Sultan Mehmet Han’ın, vaktin sahibinin lütfettiği mekânda ve makamda işleri yerine koyarak, düşlerinin peşini bırakmayan, başarıları ve fetihleriyle dünyanın en önemli liderlerinden, yöneticilerinden, şairlerinden birisi olduğunu ifade etmeliyiz. Düşler fetihler yaptırır ve düşü olanlar fethe çıkar. Kuvvetli iman ve inanç fethin damarlarını örer.

Şiir de, yazı da, estetik bir uğraştır. Estetiğe ulaşmak için verilen çaba, zamanı anlamlı kılar. Böylece şiirin bulunduğu mekânda, estetik vardır, şahsiyet vardır, güzellikler vardır. Olmalıdır da. Eğer bunlar yoksa eksik olan taraflardaki çirkin ilişkiler, şiir ortamını da, şairleri de yaralar. Şiir yaralanınca, zayıflayınca toplum yaralanır ve zaafa uğrar.

Bu çağın ilişkileri, biraz da yetmemezlik, yetinmemezlik, doymamazlıkların ve aymazlıkların çağı haline gelmiştir. Çarpık ilişkiler, çıkar ilişkilerini tetikledikçe, tezgâhlarda var olduğu kabul edilen, aslında var olduğu tartışılır olan üretilmiş estetik unsurların, elden ve avuçtan kaybolup gittiği görülmektedir. Bu nedenledir ki, ilişkilere sinen kötü kokuları, kıymet ve değerlerle geriden takip eden, uzak duran ehli hal, ehli ilim ve irfan sahiplerinin duruşları, tıpkı yılkı atları gibi kaçtıkları hissini uyandırır bende. Riyakârlık kokusu, yüz yüze söylenilemeyenlerin geriden geriye söylenilmesi, dedikodu hükmündeki ihtarın, teliz çuvallara çevrildiği bir dönem yaşanıyor. Dedikoduların fitne ve fesat uğultuları, yedi ülkeden hissedilir gibidir. 

Bu nedenledir ki kendi kuytu kuşesinde bir münzevi gibi yaşayan ustaları, üstatları bulmak da bir vecibedir.

Şimdi ağzını yıkamalısın. Ağzı yıkamak bir tövbedir.

Düşlerinizi büyütün. Büyüttükçe aslı unsur olmayan marazi hastalıkların günü geldiğinde kendiliğinden kalkıp gideceği muhakkaktır. Güzel insanlar gelince, kötü düşüncelerin ve insanların da çekip gittikleri gibi güzel kokulu insanlara, tebessüm sahibi insanlara, gül yüzlü ve gül sözlü şairlere, yazarlara muhtaçtır insanlık.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Recep Garip Arşivi