Faruk Köse

Faruk Köse

“Tayyip”i eleştirmenin dayanılmaz cazibesi

“Tayyip”i eleştirmenin dayanılmaz cazibesi

Recep Tayyip Erdoğan’a kadar, müslüman millete dayatılan “Batı değerleri”ne göre biçimlenmiş “siyaset arenası”nda, tıpkı Batı’da olduğu gibi siyasetçilere soyadlarıyla hitabedilirdi. Erdoğan’la birlikte durum değişti. Halk bir türlü “Erdoğan” d(iy)emedi. O, halkın “Tayyip”iydi. Çünkü halk onu “daha kendinden” bilmiş ve “daha samimi” bir ifade tarzı olarak ilk ismiyle hitabetmişti.

Ancak, her ne kadar halk “samimiyetten ve kendinden bildiğinden” dolayı “Tayyip”  dese de, rakipleri, “düşmanlık”larından ve “haset”lerinden “Tayyip” diye hitabediyorlar. En “şedit eleştiriler”ini yaparlarken, öyle ‘Başbakandır’ ya da  ‘Cumhurbaşkanıdır’ demeden, “Tayyip” diye başlayıp “haklı-haksız, ölçülü-ölçüsüz eleştirdiler”, eleştiriyorlar.

Tabiî ki her insanın hatası vardır ve bu hataları bir de ülkenin, toplumun tümünü etkileme konumundaki bir zat yapıyorsa üstü örtülemez, görmezden gelinemez, yok sayılamaz. Ancak, bir “yapıcı” eleştiri vardır, bir de “yıkıcı eleştiri”; ya da “sırf düşmanlık olsun diye” her yaptığını, her dediğini eleştirmek vardır. Bu nâhoş bir şey!

Sayın Cumhurbaşkanı’nın eleştirilecek bir şeyi varsa elbette eleştirilebilir. Lâkin, “sırf düşmanlık olsun diye” normal bir şeyi, iyi bir işi veya sözü bile eleştirirsen, bu bir tek şeyle açıklanabilir: “Tayyip’i eleştirmenin dayanılmaz cazibesi...” Niye? Çünkü eğer “Tayyip”i eleştirirsen aynı karede senin adın da bulunduğundan reyting kazanacaksın! Bu arada yaptığının doğru olup olmamasını umursamayacaksın. Bu tür “hatalı eleştiriler”de anlayış bu, görüntü bu, işlev bu.

Oysa “körü körüne taraftar” olmak da, “sırf muhalefet olsun diye haksız yere eleştirmek” de fazilet değildir; bu, “şahsiyetsizlik”in bir ürünüdür.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Esenboğa Kampüsü’nün açılış töreninde yaptığı konuşmasında, “kampüs” kelimesinin yerine “külliye”nin kullanılmasını önerdi. Bunun üzerine neler dediler neler. Sanki her şey olup bitmiş gibi “üniversite kampüsleri külliye oluyor” diye bas bas bağırdılar. Sadece bir öneriyken, “Erdoğan ‘Kampüs’ kelimesini değiştirdi, yeni dönemde kampüsler ‘külliye’ olacak” dediler.

Oysa Erdoğan’ın dediği şuydu: “Az önce Milli Eğitim Bakanımızla aramızda ‘kampüs’ kelimesi ile ilgili bir müzakere oldu. Acaba bu isim böyle mi olsa? Acaba bu ismi ‘mahalle’ mi koysak? Benim aklıma tarihimize dönmek geldi ve her halde buna ‘külliye’ daha güzel olur diye düşündüm.” Hepsi bu!...

Bence gerçekten önemli ve ivedilikle realize edilmesi gereken bu teklif üzerine, sanki Erdoğan bilmiyormuş gibi, “külliye ne demek biliyor musunuz?” diye tarifler yapmaya başladılar, teklifin güya “yersiz” olduğunu yazıp çizdiler. Külliye, “bir caminin çevresinde cami ile birlikte kurulmuş medrese, imaret, sebil, kitaplık, hastane vb. yapıların bütünü” anlamına geliyormuş, bu haliyle nasıl olup da üniversite yerleşim alanlarına “külliye” denecekmiş? Ee, sorun ne? Bu tarifte, “cami”nin dışında itiraz edeceğiniz ne var? Camiye itirazınızın da önemi yok zaten!

Böylece “kampüs yerine külliye diyelim”e takılanlar, “konuşmanın içeriği”ni dikkatlerden gizlediler. Oysa Erdoğan’ın konuşmasında “külliye” meselesi dört cümleden ibaretken, tüm konuşma içinde sadece eğitime dair pek çok önemli cümle ve bilgi vardı. Mesela:

Yeni açılan “külliye”nin “1 milyon metrekare kapalı alan”a sahip olduğu... Daha 3 yıllık bir üniversitenin hızla büyüdüğü... Buralara, “ellerinde darbe dövizleriyle yürüyüşler yapan akademisyenler”i atlatarak gelindiği... Kılık kıyafeti nedeniyle kovulan kız öğrenciler dönemine kıyasla, “üniversitelerin asıl işine döndüğü”nde nasıl da hızla büyüyebileceği... Eğitimde “büyük değişim-dönüşüm” yaşandığı... Üniversitelerin “zihinleri formatlama süreçleri”ni atlatıp artık “zihinleri geliştirmek”le meşgul olduğu... “Başörtüsü ve katsayı engelleri”nin geride bırakıldığı... Öğrencilerin “ilmi nerede bulacaksa oraya” yönlendirileceği... Dünyada “ilk 500 üniversite arasına 50 Türk üniversitesi”ni katma ideali... “Bilimsel çalışmalar”ı en üst seviyede yapmak için ne gerekiyorsa yapılacağı... Üniversiteleri “başarılarıyla gurur duyulacak” hale getirme isteği... Üniversite öğrencilerinin sokak gösterilerinden çekilip “ülkenin büyümesine katkı sağlayacak projelere imza atabilir” hale getirilmesi arzusu... Bilgileri ve birikimleri ile “herkesi kendilerine hayran bırakan akademisyenler” yetiştirme ideali... “Bilgiyi üreten bir ülke” konumuna gelme hedefi... Üniversitelerin toplumun ilerisinde gitmesi, farklı “vesayet anlayışlarının aracı olmak”tan çıkarılması... 12 yılda “235 bin yeni derslik” yapıldığı... Sınıflardaki öğrenci sayısının “70’lerden 30’lara” indirildiği... İhtiyacı olan “tüm öğrencilere kredi veya burs” verildiği... İlköğretimden doktoraya kadar tüm kademedeki öğrenciler için “güçlü bir destek” sisteminin kurulduğu...

Diğer konuları saymıyorum bile. Sağlıktan adalete, ülke içindeki geniş çaplı yatırımlardan uluslararası etkinlik faaliyetlerine, BM’nin yapısından küresel sistemdeki adaletsizliğe, Suriye konusundan STK’lara, pek çok konuda çok önemli şeyler söyledi.

Şimdi bütün bunları es geçip, sadece “kampüs mü külliye mi?” konusuna takılmak, Erdoğan’ın konuşmasının içeriğini perdelemekten başka nedir ki? Bir de, “fırsatını bulmuşken biraz da saldırmak”tan...

Bence “Tayyip” az bile demiş. Sadece üniversite yerleşim alanlarına “külliye” adını vermekle kalınmamalı. Her üniversite, bir cami etrafında organize olmalı ve “Allah’sız bilim” merkezleri olmaktan çıkarılıp, yaratıcısını tanıyan “ilmî inkışaf merkezleri” haline getirilmeli.

Halkın “Tayyip”i eleştirilemez değil elbette; ancak her dediğini eleştirmek “yapıcı muhalefet” değil, “gözü dönmüş düşmanlık” olmaz mı?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
3 Yorum
Faruk Köse Arşivi