Siyer coğrafyası
Sadi Şirazi, meşhur eseri Bostan ve Gülistan'da şöyle bir olay anlatır: “Bir avuç toprak aldım elime, baktım gül kokuyordu. Sordum, ‘Senin asli kokun bu değil, sen nereden aldın bu kokuyu?’ Toprak şöyle cevap verdi: ‘Ben bir zamanlar gül ağacına toprak olmuştum. Onun o güzel kokusu bana geçmiş, işte bu nedenle gül kokuyorum’...”
Gül ağacına yatak olmak, eğer toprağa böyle bir değer kazandırıyorsa, bir toprak düşünün ki, insanlık tarihinin destan niteliğindeki binlerce şahsiyetine mekân olsa, o topraktan âleme nasıl bir koku yayılır? İşte Siyer Coğrafyası dediğimiz o mübarek ve bereketli mekânlar, böyle önemli ve tarihi değeri olan topraklardır.
Hz. Adem’in Hindistan’dan başlayan dünya serüvenini Arafat’ta, Cebel-i Rahme üzerinde, Havva validemize kavuşarak devam ettirmesi, Müzdelife’de insanlığın çoğalması, o gün başlayan ama hiç bitmeyen Habil ile Kabil arasındaki mücadele ve daha nice hadiselerin hepsine şehadet eden topraklar, siyerin coğrafyasında değil mi?
Rahmetin babası olan Hz. İbrahim’in Harran’dan başlayan yolculuğunu Mısır’a vardırması, orada ileride hicretin nazlı gelini olacak olan Hacer’i kazanması, Filistin’de Hacer ile yapılan evlilik ve yılların hasretinin ardından kazanılan İsmail ve daha sonra toprağında bir tek ot bitmeyen Faran dağlarına geliş ve burada başlayan yepyeni bir hayat... Siyerin kalbi olan Mekke, her karış toprağında İbrahim, İsmail ve Hacer diye inlemez mi? Oralarda bir mekânın sesine kulak verin de, o sesin içerisinde İbrahim’in ailesinin nefesi olmasın, mümkün mü? Arafat, Müzdelife, Mina, Kâbe, Hacerü’l-Esved, Hicr, Hatim, Safa, Merve, Ebu Kubeys ve diğerleri; nereye varsanız, nereyi koklasanız 5000 sene öncesinden o muhteşem ailenin kokusunu duymaz mısınız?
Peki, Hz. Adem ile başlayan o altın silsilenin son halkası olan Efendimiz’in kokusunu siyerin coğrafyasında en üst düzeyde hissetmez misiniz? Eğer yüreklerimizin alıcılarını açabilirsek, sadece Mekke ve Medine’de değil, Hicaz’ın tamamında Allah Resulü’nün o pak kokusunu, o dirilten iklimini, o hoş sedasını her şeye rağmen duyabilir, hissedebiliriz.
Ne zamandan beridir, Alemlere Rahmet olarak gönderilen kutlu Nebi’nin mübarek kademlerinin şereflendirdiği o toprakları adım adım dolaşmak, o mekanlara sirayet eden Muhammedî kokuyu hissetmek, siyerin ana rahmi olan o coğrafyayı iyice kavramak arzusundaydık. Yıllardır umre ve hac maksadı ile o bereketli topraklara her ayak bastığımızda hep bu arzumuzun peşinde olduk; sınırlı zaman zarfında ne kadarına gidebildiysek gittik. Ama orası öyle bir coğrafyaydı ki, her yönüyle bitirilebilecek, ‘artık bu kadarı yeter’ denilebilecek bir yer değildi. Orası ilk insan ve ilk peygamber Hz. Adem ile başlayan, Hz. İbrahim ve ailesi ile devam eden, Efendimiz ile en muhteşem günlerini yaşayan, o günden bu güne kadar da binlerce hakikat aşığı salih insanların uğrak yeri olan bir mekandı. Böyle bir coğrafya daha fazla araştırılmalı, karış karış dolaşılarak, toprağın içerisine sirayet eden o ruh ve mana iklimi her an yeniden keşfedilmeliydi. İşte acizane biz yüreğimizdeki bu arzuyu ya da daha doğru bir ifade ile bu rüyayı gerçekleştirmek için siyerin coğrafyasındaydık. Yaklaşık 20 gün boyunca başta Mekke ve Medine olmak üzere, Taif, Hicret yolu, Hayber, Medaîn-i Salih ve Tebuk olmak üzere onlarca yere gittik, bu mübarek toprakların sesine kulak vermeye çalıştık ve oraların sesini sizlere ulaştırmaya gayret ettik.
Tabii bu çok da kolay bir şey değildi. Öncelikle Arabistan’ın kendine özgü şartları, yabancılara oralarda tanınan hareket alanlarının sınırlı oluşu, devletin ve halkın büyük bir bölümünün o toprakların hatıralarına karşı soğuk tutumları, iklim ve hava şartları ve daha nice olumsuz hususlar; o bölgede böyle bir amaçla dolaşmanın ne kadar zor olduğunu anlamamız bakımından bizlere bilgiler vermektedir.
Bu işin zorluğu bizler için bir sürpriz değildi. Biz bile bile bu işe talip olmuştuk. Çünkü siyerin coğrafyasını iyice kavrama adına çekilen tüm sıkıntılar gülün dikenine katlanmak sayılırdı. Bizler tarih boyunca yolumuzun rehberleri olan âlimlerin bir tek hadisi doğrulatmak adına nice zorluklara göğüs gerdiklerini, develer üzerinde günler süren yolculuklara nasıl katlandıklarını biliyorduk. Dolayısı ile siyer coğrafyasını anlama adına çekilen zorlukların da bu önemli değeri elde etme adına katlanılması gereken bir güzellik olduğunun bilincinde idik.
İşte bu çalışma, şimdi Ramazan ayı boyunca Hilal Televizyonu’muzun ekranlarında sizlerle beraber olmaya başladı. Bu vesile ile bu çalışmanın ortaya çıkması için ellerinden gelen her türlü imkânı seferber eden dostlara burada teşekkür etmek istiyorum. En başta 20 gün boyunca çalışmanın daha güzel olması için çok büyük gayretler ortaya koyan, hem kameramanımız, hem yönetmenimiz olan Celal Topçu kardeşime, bu projenin maddi anlamda yükünü omuzlayan Vizyon Turizm’e ve özellikle Osman Memiş’e, işin Mekke bölümünde bizlere rehberlik yapan ve 25 yıllık tecrübelerini bizimle cömertçe paylaşan Dr. Necati Öztürk Hocama, bu yolculuk boyunca büyük bir fedakârlık ile bizimle birlikte olan, başta Davut Orhan kardeşim olmak üzere, Vizyon Turizm’in Mekke ve Medine ekibi içerisinde yer alan tüm kardeşlerime teşekkür ediyor, Rabbimden emeklerinin salih bir amel olarak hesap defterlerine yazılmasını niyaz ediyorum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.